Dedikodu, gıybet ve laf taşımak bu
toplumun kanayan yarasıdır. Bu konuyu incelemeden önce birbirinin yerine
kullanan bu kelimelerin anlamlarını hatırlatmak isterim.
Dedikodu: Konusu çekiştirme veya kınama
olan konuşma, kılükal.
Gıybet: Çekiştirme, yerme, kötüleme, kov.
Laf taşımak: Dedikodu ederek laf getirip
götürmek.
Tanımlarda görüleceği üzere dedikodu ile
gıybet birbiri ile eş anlamlı iken laf taşımanın bu tanımlara ilaveten yapılan
dedikoduyu başkasına götürme ve başkasından getirme yönü var.
Birbirinden farklı ve benzer yönleri olsa
da tanımlardan da anlaşılacağı üzere bu üç kavramın olumlu tarafı yok. İki
kişinin bir araya geldiği ve laflama esnasında sözün dönüp dolaşıp ortak
tanıdığımız kimselere gelmesi ve onlardaki olumsuzlukların konuşulmaması kaçınılmazdır.
Pek azımızın kaçınıp çoğumuzun ucundan kenarından girdiği, üçüncü şahıslar
hakkındaki olumsuz konuşmanın ne örfümüzde ne değerlerimizde ne de dinimizde
yeri vardır. Bu konuda dinimiz, "Bazınız bazınız hakkında gıybet yapmasın.
Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? Tiksindiniz değil
mi?" demek suretiyle gıybet ve dedikodu yapmayı, ölmüş kardeşinin etini
yemeye benzeterek bu kötü eylemden kaçınmamızı emretmektedir.
Ayetin bu benzetmesini ve dedikodunun hoş
bir şey olmadığını bilmeyenimiz yok. Buna rağmen ölmüş kardeşimizin etini
tiksinmeden yemeye devam ediyoruz. Hatta konuşurken "Dedikodu yapıp günaha
giriyoruz ama" deyip üçüncü şahıs aleyhinde hız kesmeden konuşmaya devam
ediyoruz. Maalesef bu konuda sınavı alnının akıyla geçen sayımız bir elin
parmaklarını geçmez. Çekinmeden ve kaçınmadan yaptığımız bu dedikodudan,
konuşan da dinleyen de konuşana destek veren de büyük vebal altındadır. Bu
konuda hepimiz günah işliyoruz ama en büyük vebal de imam hatip okullarında
veya ilahiyat okuyarak bu işin dini tedrisatını yapmışlar arasından dedikodu
yapanlar varsa, bunların yaptığıdır. Çünkü dini eğitim almayanlara göre bunlar
kitabi bilgiye sahiplerdir. Yine kendisini dindar ve mütedeyyin kabul edip
dinin gereklerini yerine getirdiğini düşünen kimselerin yaptığı dedikodudur.
Hele ilaveten sünnetin gereği sakal koyduğunu ve dinin bir farizası deyip
başını örten kimseler arasından dedikodu yapanların olmasıdır. Çünkü sakal da
başörtüsü de bir simgedir, bir duruşu sergiler. Hasılı dini eğitim yapmış,
sakal ve başörtüsü gibi dinin simgesini kullanan ve özellikle beş vakit
namazına riayet eden kimselerin bu konuda daha hassas olması, bir ortamda
dedikoduya girmediği gibi girenleri uyarma gibi bir görevleri vardır.
Dedikodu ve gıybet yapanların ölmüş kardeşinin
etini yeme benzemesinden geçtim. Arkasından konuştukları arkadaş, akraba ve
kimselerle karşılaştıkları zaman onların yüzüne nasıl bakabildikleridir, nasıl
bir şey olmamış gibi davranabilmeleridir. Bunun için herhalde çok geniş bir
mideye sahip olmaları gerekir. Çünkü Allah'tan korkmuyorlarsa, kuldan
utanmaları lazım.
Bir an için kaçınamadığımız dedikodu ve
gıybetten geçtim. Diyelim ki yanımızda olmayan bir tanıdığımızın aleyhinde
konuştuk. Bu konuşma niçin burada kalmıyor da bir başkasına bu lafı taşıyoruz?
Çünkü laf taşımanın günahı dedikodu ve gıybete göre daha büyüktür. Çünkü
dedikodu ve gıybette sadece günah varken laf taşımada ilaveten iki kişi veya
kişilerin arasının bozulmasını en azından kırılmalarını murat etme söz
konusudur. Bize düşen, laf taşıyanlara fırsat vermemek gerek. Çünkü bize laf
getiren, bizden de bir başkasına götürür. Bu tipler, bu işi meslek haline
getirenler en tehlikeli tiptir. Allah bu kimseleri, meslek edindikleri bu
hastalıktan kurtarsın ve bunların şerrinden bizleri muhafaza eylesin.
Son söz olarak dedikodu, gıybet ve laf taşımanın içinde olmayalım. Hiç kaçınamıyorsak, kendimizi böyle bir ortamda bulmuşsak, en azından konuştuğumuz, katkıda bulunduğumuz ya da dinlediğimiz dedikodu o mahalde kalsın. Tüm konuşulanlar bir kulaktan girsin, diğerinden çıksın. Yapmamamız gereken şey ise getirmek ve götürmekten ibaret olan laf taşımaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder