Ana içeriğe atla

İrtibat ve İltisak

Kimsenin inancında, düşüncesinde ve sendikasında değilim. Her kesimden insanla iletişim kurarım. Görüşürken ne kendimden ödün veririm ne de karşı taraftan ödün beklerim. Bir konudaki görüşümü eğip bükmeden söylerim. Karşı tarafın da böyle olmasını yani göründüğü gibi olmasını isterim. Zıt kutuplarda olsak da birbirlerinin görüşüne saygı duymak suretiyle insanların asgari müştereklerde buluşabileceklerine inanırım. Saygı çerçevesinde görüşünü açıklamasından dolayı ne kimseyi ayıplarım ne ilişkiyi keserim ne de ötekileştiririm. Yeter ki suçlayıcı bir dil kullanmasın, yeter ki bir fikrin ve düşüncenin bağnazı olmasın, yeter ki tek doğrunun kendinden ibaret olduğu zehabına kapılmasın. İnsan olması yeterli benim için.

Hizbullah olaylarının yaygın olduğu, operasyonların yapıldığı, bazı kimselerin Hizbullah ile irtibatlı, iltisaklı, üyesi veya sempatizanı iddiasıyla gözaltına alındığı yıllarda, bir okulda görev yapıyordum. Çalıştığım okuldaki öğretmenlerin çoğunluğu sosyal demokrat insanlardan oluşuyordu. Aynı düşüncede olmasak da seviyeli bir ilişkimiz oldu. Hatta bu ilişkiyi şakalaşmaya kadar götürürdük.

Beş güne yayılmış şekilde 11 saat dersim vardı. 7 saati salı günü olmak üzere her güne 1 saat ders konmuştu. Ders programını yapan müdür başyardımcısına, programım hakkında ne dersin dediğimde, ne diyeyim, fıstık gibi program demişti. Fıstığın nasıl bir şey olduğunu bilir misin dediğimde, inan hocam, kastım yok demiş, ben de kastın olsa müdür başyardımcısıyla aram yok. Ondan dolayı programım bu şekil derdim. İyi ki kastın yok. Bir de kastın olsaydı, programım nasıl olurdu demiş, gülüşmüştük. 1 saat dersimin olduğu günlerde bazen dersimin öncesinde bazen dersimin sonrasında öğretmen laboratuvarına gider, haberlere girer, zaman zaman da tek parmak klavyemi geliştirmek için Word ortamında yazı yazardım. Buranın gediklisi idim anlayacağınız. 

Soru hazırlamak, baskı makinesinde fotokopi çekmek için gelen öğretmenler, her geldiklerinde benimle karşılaşınca, hocam, senden nasıl kurtulacağız derlerdi. Ben de çok kolay derdim. Nasıl dediklerinde, bizim hocamız Hizbullahçı diye şikayet edeceksiniz. Polis sorgusuz sualsiz beni götürür. Ben kendimi anlatıncaya kadar ne süre içeride kalırım, bunu şimdiden ben bile kestiremiyorum derdim. Her düşünceden öğretmenin, aralarında anlaşmışçasına dedikleri, ağzını hayır aç hocam oldu. Mesai arkadaşlarım doğru söylüyorlardı. Hayır konuşmalıydım. Zira şakası bile aylarca, yıllarca içeride kalmama mal olabilirdi. Düşünce yapım onlara uymasa da çoğunun dini duyarlılığı olmasa da zan ile hareket etmediler, iftira atmadılar. 

Bugün falan Hizbullahçı dense çoğu kimse güler geçer. Hizbullahçı mı kaldı derler. Tıpkı dün Ergenekoncu dendiği zaman zaman birilerinin haklı veya haksız içeriye atıldığı gibi. Sonra öğrendik ki Ergenekon diye bir örgüt yokmuş. Bugün geçer akçe de FETÖ'dür. FETÖ var mı? Var. Sinsi bir örgüt mü? Evet. Bunlarla mücadele edilmeli mi? Kesinlikle. Yalnız FETÖ'cü olmasan bile biri falan FETÖ'cü deyiversin yeter. Gerçek ortaya çıkıncaya kadar postu deldirmemek hiçten bile değil. Hasılı dün Hizbullah, sonrasında Ergenekon, bugün de FETÖ var. Temenni etmeyiz ama yarın ne tür bir örgüt çıkar bilinmez. Bu arada bu örgütler çok masum ve böyle bir örgüt yok iddiasında değilim. Ateşin olmadığı yerde duman çıkmaz. Şiddet uygulayan, kan akıtan hangi örgüt olursa olsun mücadele edilmeli ve sorumluları cezasını çekmeli. Yalnız bu mücadelenin zaman zaman kapsamının çok genişletildiği, sulandırıldığı, haklı-haksız ayrımı yapılmadan mağduriyetler oluşturulduğu, zan, duyum ve iftira ile hareket edildiği, bazılarının masum olduğu, bazılarının ise suçlu olduğu halde ceza almadığına dair kamuoyunda bir kanı olduğunu burada söylemek isterim.

Anekdotu anlattım, üzerine biraz karaladım. Şimdi Hizbullah ve Ergenekon'u bir tarafa bırakıp sadede geleyim. Bugün FETÖ ile mücadele ilk başlardaki hızı kadar olmasa da devam ediyor. Dikkat çekmek istediğim husus, başta bazı siyasiler olmak üzere FETÖ üzerinden birbirlerine FETÖ ithamında bulunmaları, falanın FETÖ'cülüğü araştırılsın denmesi, FETÖ ağzı ile konuşuyor. O mu? O zaten FETÖ'cü damgalamaları, toplumun her katmanında gırla gidiyor. Her farklı düşünenle ilgili maalesef aynı terane. Hoş mu bu? Değil elbet. İşin garibi bu ithamlara dair herhangi bir işlem yapılmıyor. Aslı astarı olmadığı halde kişilere yapılan isnatların dinen sakıncalı olduğunu dindar ve mütedeyyin insanlar iyi bilir. Bu konuda dini hassasiyeti olmayanların gösterdiği hassasiyete en fazla kendisini dindar ve mütedeyyin diye tanımlayan insanların hassasiyet göstermesi beklenir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde