Ana içeriğe atla

Siyasetten Beklediğim

Erzurumlu Naim Hoca ismini duymuş olmalısınız. Vefat edeli çok oldu. Allah rahmet eylesin kendisine. Erzurum'da verdiği vaazlarla meşhur bu Hoca, nüktedan kişiliğiyle tanınıyor, seviliyor ve sayılıyor. Ünü Erzurum dışına da taşmış bu Hoca aynı zamanda Erzurum'da ağırlığı olan biri idi. 90'lı yıllarda Erzurumluların bir yol kapatma eylemine asker polis bir şey yapamadı. O günün iktidarı Naim Hoca'dan yardım istedi. Hoca, eylemcilerin yanına giderek onları sakinleştirdiği gibi ikna edip eylemlerine son verdirmişti.

Verdiği vaazları çok meşhur. Çoğu kişi gülme garantili olan bu vaazlarına gittiğini anlatır. Şu anekdot da Hoca için anlatılır:

Vaazlarından birinde Naim Hoca, cemaatine "Maçlar cıbıldak oynanıyor. Oyuncuların kol ve bacakları açık. Maça gitmek caiz değil yoksa günah kazanırsınız" şeklinde konuşur.

Erzurum valisi Erzurumluların takımlarını desteklemek için maça ilgi göstermediğinden, stada gelmediğinden ders yanar. Çözüm arar. Çözüm için Naim Hoca'nın ismi önerilir.

Vali, Naim Hoca'yı makamına çağırır, durumu izah eder ve ondan destek ister.

Mesajı alan Naim Hoca, kürsüye çıkar ve cemaatine, "Cemaati Müslimin, geçen hafta maça gitmek caiz değil demiştim. Vali emir verdi. Ulülemre itaat şart. Bundan sonra Erzurumspor'un maçlarına hep birlikte gideceğiz ve şehrimizin takımını destekleyeceğiz" der.

Takımın maçı var. Stat sair günlere göre tıklım tıklım. Valinin özel davetlisi olarak Naim Hoca da protokoldaki yerini alır. Yeri de valinin yanıdır.

Seyirci maça kendini kaptırıp "Yaşa, var ol, haydi aslanım..." derken Naim Hoca, hangi rengin Erzurum olduğunu öğrendikten sonra o da maçın heyecanına kendini kaptırır. Erzurumspor her gole giderken ve gol kaçırdığında heyecanlanır ve "olmadı...yine olmadı" diyerek elini yanındaki valinin dizine vurur.

Bu maçın ardından vali, her maça Naim Hoca'nın davet edilmesini, protokolde yer verilmesini ama kendisiyle Hoca'nın arasındaki bir koltuğun boş bırakılması talimatını verir.

Niyetim, rahmeti Naim Hoca'nın çelişkisine ve u dönüşüne işaret etmek değil. Ama Hoca'nın bir çelişkisi yok mu? Var. Hoca önceki görüşünü sıcağı sıcağına zıddına değiştirmiş mi? Değiştirmiş. Hoca da birçok etkili ve yetkili kişi gibi u dönüşü yapmış mı? Yapmış. Ama Hoca'yı emsallerinden ayıran özelliği, önceki görüşünü validen dolayı değiştirdiğini itiraf etmesidir. Ki vali demese de Hoca görüşünü değiştirse, bence bir sakınca yok. Çünkü insanların önceki görüşlerini değiştirmesi kadar doğal bir şey olamaz. İnsanoğlu hata ile maluldür. Hatadan dönmek de bir erdemdir. Yeter ki önceki çelişkisini itiraf edebilsin. 

Buradan siyasilerimizin u dönüşlerine ve çelişkilerine gelmek istiyorum. Zira siyasilerimizin de önceki görüşlerini nakzeden yeni görüşleri çok. Dün, ak dediklerine bugün kara diyebiliyorlar. Dün, düşman belledikleriyle bugün can ciğer dost olabiliyorlar ya da tersi. Dün, söz ve eylemleriyle kapısını sımsıkı kapatıp görüşmem diyenler bir bakmışsın, görüşmem dediklerinin ayağına gidebiliyor. Dün bunlar şu, bunlar eşittir bu deyip bugün hiçbir şey olmamış gibi işbirliği teklifi yapabiliyor. Dün, bunlar şunlarla beraber deyip onları ayıplayanlar, ayıplarını unutarak ayıpladıklarıyla başbaşa kalabiliyor. 

İnanın, niyetim siyaset falan değil. Bir siyasi partinin lehinde veya aleyhinde olmak değil. Üzüntüm, siyasetimizin içler acısı durumu. İsterdim ki siyaset bu ülkede bir fazilet yarışı olsun, algılar üzerine siyaset yapılmasın, ayrıştırıcı dil terk edilsin, kazanmak için her yol mubah kabul edilmesin. Her bir siyasi partinin bir omurgası, duruşu ve prensipleri olsun. Düşünce ve görüşleri ne olursa olsun, birbirlerinin prensiplerine saygı göstererek asgari müştereklerde anlaşabilsinler, önemli konularda bir araya gelebilsinler. Birbirlerine kapıları daima açık olabilsin. 

Bu dediklerimden siyasi partiler görüş değiştirmesin anlaşılmasın. Ülke yönetiminde tek doğru yoktur. Mutlaka esneklik olmalı. İşaret etmek istediğim nokta, önceki görüşlerini nakzedecek şekilde yeni bir görüş ve öneri ile yola çıkanlar, önceki görüşlerinden niye vazgeçtiklerini bir güzel açıklasınlar. Hatalı imişiz, doğrusu bu imiş diyebilsinler. Hiçbir şey olamasalar bile Naim Hoca gibi olabilsinler. Başka da bir şey beklemiyorum. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde