Ana içeriğe atla

Aksi Oğlan

—Baba, sana ihtiyacım var. Konuşmamız lazım. 

—Hayırdır evlat. 

—De haydi ne derdin varsa. 

—Telefonda olmaz. 

—O zaman atla gel.

*

—Hoş geldin evlat. 

—Sağ olasın baba. 

—Moralin bozuk gibi. 

—Öyle baba. 

—Söyle moralini bozan şeyi.

—Nereden başlasam bilmem ki? Şu kadarını söyleyeyim. Sana kırgınım. 

—Ben ne yaptım evlat?

—Hani ben işe başlarken yaptığın nasihatler vardı ya. 

—Eee? 

—Dediklerini harfiyen uyguladım.

—Yapma. Vah başıma gelene. 

—Sen dedin. Ben yaptım. Maalesef kırdım döktüm. Tamiri de mümkün değil.

—Ay oğlum, ben sana onları yapmayasın diye söylemiştim. 

—Nasıl yani? Bunları yap ki ben de seninle gurur duyayım dememiş miydin? 

—Kendini bilmezmiş gibi konuşma ve günah keçisi arama. 

—Sana göre ben nasıl biriyim?  

—Aksisin evlat. Bugüne kadar ne dediysem hep tersini yaptın. Bundan hareketle tersini söyleyeyim ki doğrusunu yapasın diye düşünmüştüm. Zira nazarımda Nasrettin Hoca'nın oğlu gibisin. 

—Hoca'nın oğlu nasılmış ki? 

—Aksi mi aksi imiş. Hoca ne söylerse hep tersini yaparmış. Hoca bu durumdan muzdarip ama evlat bu. Atsa atılmaz, satsa satılmaz. 

—Ne yapmış ki?

—Bir gün Hoca oğlunu yanına alıp un öğütmeye değirmene gitmiş. Unu öğütüp dönerlerken üzerinde un çuvalıyla eşek önde, oğlu arkada, Hoca ise epey geride kalmış. Yaşlılık başa bela ne de olsa. 

—Sonra ne olmuş? 

—Hoca bir bakmış ki eşeğin üzerine yükledikleri un çuvalı düştü düşecek. Eşek ise tam dere kenarında ilerliyor. Ne yapayım ne edeyim? Koşsam eşeğe yetişemem. Oğluma çuvalı düzelt desem, aksi oğlan, dediğinin tersini yapar. Sonunda buldum diye sevinir Hoca. En iyisi tersini söyleyeyim, oğlan doğrusunu yapsın der ve seslenir: Oğlum, çuval dereye yuvarlanacak. Kakala gitsin dereye der. Tüm bu sözleri duyan çocuğu, başını babasına doğru çevirir ve babacığım, ilk defa dediğini yapacağım der ve çuvalı dereye itekler. 

—Hoca bu duruma ne demiş? 

—Ne diyecek? Oturup kara kara düşünmüştür. Bin bir emek sarf ederek değirmene gittiğine, bir evlat yüzünden tüm emeğinin boşa gittiğine herhalde hayıflanmıştır. Başka da elinden ne gelir. Karşısında kendi sulbünden evladı var. Yukarıda dedim ya atsa atılmaz, satsa satılmaz.

—Ben de öyle miyim? 

—Yaptıklarına bakılırsa, ha sen ha Hoca’nın oğlu. Şıp demiş burnundan düşmüşsün. Bundan dolayı hiç şaşırmadım biliyor musun? Zira ben malımı bilirim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde