Ana içeriğe atla

Hanım Kız *

Okumak için sene 1979 yılında köyden indim şehre. İlk öğrendiğim şeylerden bir tanesi, işitemediğim şeyler için efendim demek oldu. Bir ara tatilde köye geldiğimde akrabalarımla oturuyorum. Benden birkaç yaş büyük olan akrabam bana bir soru sordu. İnsanlık hali tam anlayamadım. Uygulama bir deyip efendimi yapıştırdım. Büyüğüm, bak bak bak, daha dün gitti, efendimi de öğrenmiş, bizimki şehir çocuğu olmuş diyerek ayıpladı beni. Takdir beklerken tekdir yemek böyle bir şey olsa gerek. Oymuş, uzun süre efendim demedim. Çünkü şehir çocuğu olmayacaktım. Duymadı isem, ne dedin, bir daha söyle dedim, ey dedim. Ama efemdim demedim. Olmadı, yüzüne baktım bön bön. Sonradan öğrendim ki efendim bir nezaket ifadesiymiş. Ödün vermek değilmiş. Nereden bilebilirdim ben bunu. Geç de olsa kişiliğimden ve yetiştiğim muhitten ödün vererek efendim diyorum artık.

*

Bir zamanlar aynı muhitte oturduğum bir okul arkadaşımla hafta sonları zaman zaman çarşıda buluşur, çayımızı içerken muhabbetimizi yapar, ardından aynı toplu taşıma aracına bineriz. Konuşmamıza otobüste devam ederken bu arkadaşla, halen dersine girdiği bazı öğrencileri arasında kısa süreli bir diyalog geçer: Öğretmenim, iyi günler, iyi günler hanım kız şeklinde. Arkadaşın öğrencisine hitap ederken söylediği hanım kız dikkatimi çekti. Maşallah, öğrencilerine ne güzel hitap ediyorsun dedim. Gülüştük. Her karşılaşmada aynı sözler ve hanım kız ifadesini işitince bir gün kendisine, bak hele, nezaketinden dolayı mı öğrencilerine hanım kız diyorsun yoksa isimlerini bilmeyince mi böyle diyorsun dedim. Önce bir güzel güldü, ardından aynen dediğin gibi. Zira isimlerini aklımda tutamıyorum dedi.

Her ne kadar unuttuğundan dolayı arkadaşım öğrencilerinin her birine hanım kız dese de tuttum bu hanım kızı. Zira benim de zaman zaman ismini bilmediğim karşıt cinsle selamlaştığım, kısa süreli de olsa hal hatır sorduğum olur. İsmini biliyorsam, hemen adıyla hitap ediyorum. Bilmiyorsam, adın neydi demiyorum. Zira hitabım hazır. Hemen hanım kız diyorum. Bu benim dilime iyice yerleşti. Gayri ihtiyari de olsa ağzımdan bu hitap çıkıveriyor. Tanıdığıma da yapıyorum, tanımadığıma da. Hatta bir mağazaya girdiğim zaman bana refakat eden kızlara da aynı şekilde hitap ediyorum. Hoşuma da gidiyor. Zira adı üzerinde hanım kız. Kedi olalı bir fare tutmuştum ne de olsa. Üstelik hakaret içermeden bir nezaketi ifade ediyor.

Kaç yıllardır, bilinmeyen kişiler için memnuniyetle bu hitabı kullanırken Türkiye gündemine bir hanım kız ifadesi düşüp, diyen kimse ayıplanınca; eyvah ki eyvah, yıllardır baltayı taşa vurmuşum, hiç bir kıza, hanım kız denir mi? En iyisi bir daha bu şekil hitap etmeyeyim diye kendi kendime söz verdim. Ne olur ne olmazdı zira.

Ben böyle söz verdim ama gel de bunu dilime anlat. Alışmış kudurmuştan beterdir zira. Gündüzünde yapamadığım yürüyüşümü yapmak için akşam çayını evde içtikten sonra rotayı Anıt- Zafer-Alaaddin-Kültür Park- Zindan Kale istikametine çevirdim. Serin serin yürüyorum. Dönüşte, araç trafiğine kapalı Şato Form’da buldum kendimi. Bir ayakkabı mağazasının önünden geçerken girdim içeriye. Aradığım ayakkabının olup olmadığını, varsa fiyatını öğreneceğim. Soracağım ama ortalıkta kimsecikler yok. Sonunda bir kenarda bir işle uğraşan, benim geldiğimi görmeyen bir kızımızı gördüm. Beni görmesi ve benimle ilgilenmesi için ne diyecektim. Dilimin ucuna hanım kız geldi. Tövbe tövbe. Sakın deme dedim. Kendimi zor tuttum. Tuttum ama ne diyecektim? Kız desem, ayıp olur. Bacım desem, eski Türk filmlerinde kaldı. Hanımefendi desem, uzun kaçar. Kızım desem, ben senin nereden kızın oluyorum diyebilirdi. Teyze-abla desem, ben senin kızın yaşındayım. Yaşından başından utan amca der mi derdi. Sonunda kendimi daha fazla tutamadım. Ne olacaksa olsun deyip hanım kız çıkıverdi ağzımdan. Buyur amca dedi kızımız. Bereket bu hitabımı hakaret kabul etmedi ve akşam akşam başıma iş açmamış oldum.

Aman siz siz olun, ağzınızı benim gibi hanım kıza alıştırmayın. Daha doğrusu hiçbir şeye alıştırmayın. Çünkü yarın bir siyasi sizin kullandığınız o ifadeyi kullanır, ondan sonra ayıklar durursunuz pirincin taşını.

*20/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde