Ana içeriğe atla

Saygı Duruşu

Babacığım, bugün aklıma ne geldi biliyor musun?

—Ne geldi oğlum?

—Hani öleceğiz ya.

—Evet.

—Kimin ne zaman öleceği bilinmez ama olur ya önce vefat edersen ne yapalım?

—Nasıl, ne yapacaksın?

—Tören falan.

—Ne töreni? Ömrünü tamamlayana ne yapılıyorsa onu yapacaksın.

—Biliyorum da bir farklılık yapabilir miyiz?

—Mesela?

—Saygı duruşu gibi.

—Yanlış anlamadıysam cenazeme gelenleri saygı duruşunda bulunmaya mı çağıracaksın?

—Aynen öyle.

—İşin yok mu senin? Sabah sabah aklına bu mu geldi? Sonra daha nefes alıyorum. Görüyorum ki gözlerimi yummamı bekliyorsun. Miras bırakacak olsam da böyle bir beklentiye girsen hiç gam yemeyeceğim.

—Nasılsa öleceğiz hepimiz.

Öyle tabi. Yine de ölümünün ardından bir şeyler yapmak isteriz evladın olarak.

—Git, sabah sabah dalganın zamanı değil. Hele bu soğukta hiç çekemem.

—Hiç olmadığı kadar ciddiyim.

—Peki, ne yapmayı düşünüyorsun?

Mesela, ölünce kaç dakika saygı duruşunda bulunalım? Bunu merak ettim. 5 dakika yeter mi? 

—Yetmez oğlum, beş dakika neye yeter. Gelenler yorgunluktan yıkılıncaya kadar dursunlar. Sonra cümle alem benim cenazemi konuşsun. Bulduk başa belayı, sen ölmedin, biz öldük desin. Git Allah aşkına şuradan. Sabah sabah dert ettiğin şeye bak. Rüyanda mı gördüm ölümü mü yoksa? Sonra ben öldükten sonra saygı duruşunda bulunsan ne olur, bulunmasan ne olur. Saygı duyacaksan, içinden gelerek sağlığımda saygı duy.

Baba ciddiyim ben.

Ben de ciddiyim evlat. Hem de hiç olmadığı kadar senin ciddi olduğun gibi.

Yani?

Sen cenazeme gel yeter. Başka da bir şey istemem.

Anladım. Peki, her ölüm yıl dönümünde seni analım mı?

Anmayın evlat. Şayet cenazeme gelirseniz benim için üç gününüzü ayırın. Çünkü taziye üç gündür. Ardından işinize gücünüze bakın. Sonra sen sağ, ben selamet. 

—Peki, 40.gününde bir şey yapmamızı ister misin?

Abartma evlat. Bırakıver artık. Her fani gibi öleceğim. Beni mezarımda rahat bırakın. Siz de rahatlayın. Eş dost da rahat etsin. Kabak tadı verdi bu muhabbetin. 

Yani seni anmayalım mı? Yoksa unutulur gidersin.

Varsın unutulup gideyim evlat. Beni unutmayıp da turşumu mu kuracaksınız?

Kızma babam. Evladın olarak yanında olduğumuzu göstermek istiyoruz. Ama görüyorum ki istemiyorsun. Madem hiçbir şey yapmamızı istemiyorsun. Bari, sosyal medyada seni her yıl dönümünde unutulmaz yapalım. 

—Ne olacak böyle yapınca?

—Sevenlerin bana bu alemde başsağlığı dileyecek.

—Tövbe ya Rabbi. Evlat, taziye üç gün dedim. Bu taziye her yıl tekrarlanmaz. Bana bir iyilik yapmak ister misin?

—Tabi, emrindeyim baba.

—Beni rahat bırak. Kapıyı da dışarıdan ört. Bir daha da her aklına eseni benimle paylaşma. Bu dediklerini de ne sen söylemiş ol ne de ben duymuş olayım. Bunu da kimseye söyleme. Gülünç duruma düşersin. Bunu uygulamaya kalksan da kendin de bezersin, başkasını da bezdirirsin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde