Ana içeriğe atla

Nükleer Tıp ile Yolunuz Kesişti mi Hiç? (2)

Kötü haber tez duyulur misali, sabah 10 gibi oğlan aradı. Baba, yarın için müsait misin nükleer tıptan randevu alacağım, dedi. Olur dedim. Ardından randevuyu aldım. Şu andan itibaren çay içmeyi bırakman lazım dedi. Bardağımdaki son yudumu içerek tamam, şu andan itibaren çaya veda ettim dedim. İçim gitse de akşama kadar çay içmedim. Bana tek faydası tuvalete gitme ihtiyacı hissetmedim.

Akşam eve gelince baktım evde maden suyu var, gidip marketten iki adet küçük süt aldım. Göğüs tıraşımı da olarak hazırlığımı yaptım. Akşam da gözümün içine baka baka ev halkı çay içti. Ben de onların içişlerine bakarak çay ihtiyacımı gidermiş oldum.

Nevalemi poşetin içine koyarak nükleer tıp bölümüne doğru yaya olarak yola çıktım.

08.25 idi ilgili bölüme vardığım. Elimdeki kağıdı uzatarak giriş yaptırdım. Giriş yaptırdıktan sonra  sanmayın ki çalışanlar seni bekliyor. Senden önce gelenler bulduğu koltuğa oturup bekliyorlarsa sen de bekleyeceksin. Araya kaynak yapayım falan yok. Zira biri kadın, biri erkek iki görevli var. Nazik mi nazikler. İbadet aşkı içerisinde bir oraya bir buraya koşturuyorlar. Eforlarına hayran kaldım. Zira bal yapan arı gibi çalıştılar.

Sıram gelince ismimle çağırdılar. Tansiyon, şeker var mı dediler. Sol kolum 14-9 imiş dedim. Sol kolumdan tansiyonum ölçüldü. Damar yolu açıldı. Göğsümü açarak ağırlığı göğsüme olmak üzere 10 tane daire şeklinde beyaz bir şey yapıştırıldı. (Bunun adı ne diye düşünün durun.) Açılan damar yolundan bir ilaç döktüler. İlaç dedimse radyasyonmuş döktükleri. Az sonra çağıracağız, bekleme salonuna geçin dendi. Bekleme salonuna vardığım zaman 8-10 kadar bekleyen gördüm. Yanına oturduğum, elinde maden suyu ve süt olduğuna göre kalpten sıkıntın olmalı dedi. Öyle dedim. Belli ki beyefendi buranın müdavimlerinden. Kim ne yapacak ve kime ne yapılacaksa anons ederek duyurdular: Falan falan, sütünüzün bir tanesini içip bekleyin lütfen, az sonra çağıracağız. Bereket, sütünüzü için ve yatın demiyorlar. İsmi anons edilen, herkesin baktığı bir ortamda kıyameti koparmak istercesine sütünü bir güzel çıkarıp höpürdete höpürdete içiyor. Az sonra bir başkasının ismi zikredilerek “Maden suyunuzu için lütfen, az sonra çağıracağız, deniyor. Maden suyunu duyunca bakalım nasıl açacaklar diye beklerken oranın gediklileri kapıda açacak var dediler. Baktım iki tane birden. Gördüğüm kadarıyla her şey düşünülmüş.

Öğleye kadar sırası gelene belirli aralıklarla bir süt ve bir maden suyunu içirdiler. Her içişin ardından ismi çağrılan kişi, MR’a benzeyen bir aletin içine yüzüstü ve sırt üstü yatırılarak kamera çekimi yapılıyor.

Öğleden önceki işlemi bitene, öğleden sonra 13.00'da burada ol. Bir kase çorba içebilir, yanında bir dilim ekmek yiyebilirsin, su da içebilirsin ama çay içmeyeceksin, deniyor. Bunu her işi bitene söylediler. Anlamadığım, çayla işleri ne bunların. Ne zararı var çayın. Bir türlü anlamadım ama yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Dünden beri çaysız bir hayat yaşıyoruz. Elbette geçecek bu çaysızlık. Söz bir gün çay içmemenin telafisini yapacağım. Şükür ki çorba için dediler ve kaç saatlik açlığı bu şekilde giderecektik. Anlamadığım, niçin bir dilim. Çaya koydukları rezerv gibi ekmeğe de koydular diyeceğim ama bir dilime izin veriyorlar. O zaman bunlar Canan Karatay gibi ekmek düşmanı değiller. İyi de çorba ekmeksiz yenir mi? Bir dilim dediğin nedir ki. Eh buna da şükür. Ya çay içmeyeceksiniz dedikleri gibi ekmek de yemeyeceksiniz deselerdi, ne yapacaktık. Öyle değil mi? olduğu gibi aynı zamanda bunlar ekmek düşmanı

Öğleden sonra da belirli aralıklarla geriye kalan süt ve maden suyunu içirip kamera 2 odasına davet ediyorlar sırası geleni. Orada seruma benzer küçük bir torbadan damar yoluyla ilaç veriyorlar. Bilgisayar ile görüntü alınıyor. Buradaki ilaç, biraz sıkıyor, insanın içini daraltıyor. Belki de verdikleri yine radyasyondu.  Ardından kamera 1 odasına alıp önce sırtüstü sonra yüzüstü olacak şekilde sabahki kameraya alma işi tekrarlanıyor. Sonra damar yoluna açtıkları enjektörü çıkarıyorlar ve sonuçları beş gün sonra muayene olduğunuz yerden alabilirsiniz, geçmiş olsun denerek gönderiyor görevli. 

Burada yazımı sonlandırmadan önce birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Radyasyon verdikten sonra bekleme odasının dışına çıkarmıyorlar. Haliyle bahçeye bile çıkamadım. Öğleden sonraki müdavimler de sabahki müdavimler idi. Sabahleyin birkaç erkek vardı. Süt ve maden suyu ortaklığının dışında demek ki bazılarına farklı işlem yapılmış olmalı ki öğleden sonra bekleme salonunda erkek olarak bir ben kaldım. Onlar konuştu. Telefonla sağa sola giren ben, mecburen onları dinledim. Konuşmayıp da ne yapacaklardı? Sabahtan beri dilleri şişmişti ne de olsa. Karaman’dan gelmiş ikisi. Diğerleri Konya’dan. Havadan sudan derken iş geldi hastalıklara. “Yediğimiz içtiğimiz doğal değil. Hastalanmayıp da ne yapacağız” dedi biri. Bir diğeri, “Ben hep doğal besleniyorum ama yine kalbimde sıkıntı var. Niye oluyor bilmem ki. Bu kaçıncı gelişim” dedi. Bir başkası, “Hayat pahalılığı aldı başını gidiyor. Ne olacak böyle. Bundan sonra yiyecek sıkıntısı da baş gösterecekmiş. Çin şimdiden stok yapmaya başlamış. Biz de yapmalıyız. Kilerleri yeniden faaliyete geçirmeliyiz” dedi. Aferin be kadına, ilim Çin’de de olsa gidip alınız dedikleri bu olsa gerek. Kadın Türkiye gündemini bırakmış, Çin’i de takip ediyor dedim, tabii içimden. Biri konuştu, diğeri sözü aldı. Bu arada gelen anonsları da duyamaz oldular. İsim zikredildikçe sabah ses iyi geliyordu. Şimdi anlaşılmıyor dediler. Biri de demedi ki burayı kadınlar matinesine çevirdiniz. Ondan duyulmuyor demedi. Ben desem, ayol sen bizi mi dinlerdin diyeceklerdi, neme lazım.

Hasılı, sabah 8.30'da başlayan nükleer tıp maratonum 15.30'da bitti. Çıkarken hep kameraya alan, anons eden, bir odadan diğer odaya gidip birden fazla işi ağzına yüzüne bulaştırmadan yapan, her çağırdığına da kibarca izahat yapan hanımefendiye çıkışta, siz akşam da nöbetçi misin dedim. Evet dedi. İşler yoğun, iki kişi hastaları aramızda paylaştık, başa çıkmaya çalışıyoruz dedi. İşiniz gördüğüm kadarıyla riskli ve zor. Bir de sabahı bekleyeceksiniz burada. Allah yardımcınız olsun dedim, ayrıldım nükleer tıptan.  

İşim bittikten sonra kuş gibi hafiflemiştim. Yavaş yavaş evime doğru gelirken önünden geçtiğim bir lisenin müdürünü aradım. Çayın var mı bu saatte dedim. Yeni demledik, bekliyoruz dedi. Bir sevindim bir sevindim. Nasılsa çay yasağım da kalkmıştı. Onlar getirdi ben içtim. Üç duble bardağı boşalmışım mideme. Israr ettilerse de daha fazlasını akşama saklayayım dedim.

Bu arada görevlilerin bir gün boyunca çocuk, hamile ve kalabalık ortamlardan uzak durmam uyarısına riayet ettiğimi söylemek isterim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde