Ana içeriğe atla

Doğrucu Davutlara Ne Çok İhtiyaç Var

Kutuplaşma ve ötekileştirmenin arttığı, 

Önyargıların tavan yaptığı, 

Prensiplerin değil, kişi sevgi ve nefretinin havada uçuştuğu, tarafların bundan rahatsız olmadığı gibi nemalandığı,

Gidişatın bir fotoğrafını çekme yerine fotoşopla gözlerin ve beyinlerin uyuşturulduğu,

Yarından endişe duyan insanların arttığı,

İnsanların hiç olmadığı kadar geçim derdine düştüğü ve gelecek kaygısı yaşadığı,

Zengin ve fakir arasındaki sosyal adalet dengesinin iyice açıldığı,

Zamların masum gösterilmeye çalışıldığı, gerekçe ve mazeretlerin havada uçuştuğu, tek geçer akçenin zam olduğu, gelen her zammın başka ülkelerle kıyaslandığı, biz yine iyiyiz dendiği, 

Aşırı sevgi ve nefretin aynı kapıya çıkacak şekilde gözleri kör ettiği, feraset ve basiretlerin bağlandığı,

İş, güç ve siyasetin algılar üzerine yürütüldüğü,

Yandım, bittim diyenlere hain, nankör damgasının vurulduğu,

Eleştiri, kritik ve tespitlerin karşılığının olmadığı,

Pansuman tedbirlerle peynir gemisinin yürütülmeye çalışıldığı ve günün kurtarılmayı çalışıldığı, 

Kimsenin ne olacak böyle, nereye gidiyoruz diyemediği, demeye kalkanların söyleyip söyleyeceğine pişman edildiği,

Herkesin, özellikle mahallelerin birbirine karşı körler ve sağırlara oynadığı,

At izinin, it izine karıştığı,

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demenin bedelinin olduğu,

Söz ve eyleme değil de sözü kimin söylediğine bakıldığı,

Ekip ruhunun değil, kişilerin prim yaptığı, istişarenin hiç olmadığı kadar terk edildiği, 

Kimsenin kendi gözündeki merteği görmediği,

En iyi savunma saldırıdır prensibinin prim yaptığı ve hayatın toz pembe olduğunun gösterilmeye çalışıldığı, 

Sevdiğimize halel gelmesin diye tüm değerlerin iç edildiği,

Tüm hayatın sesi gür çıkanlardan ibaret olduğunun sanıldığı, sessiz çoğunluğun sessizliğe büründüğü, bu sessizliğin memnuniyet sanıldığı, 

Bol bol laf edilip içinin doldurulmadığı,

Herkese aba altından sopa gösterilerek korku dağlarının pompalandığı... vs. 

Yer ve zamanlarda her şeyi olduğu gibi söyleyen ve aktaran, ne oradan ne de buradan olduğunu söyleyebilen yiğitlere yani doğrucu Davutlara ve Davut doğru söylüyor diyenlere ne çok ihtiyaç var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde