Ana içeriğe atla

Pierluigi Collina ve Hz Muhammed *

Bir zamanlar, İtalyanların Pierluigi Collina adında efsane bir futbol hakemi vardı. Yeni nesil pek bilmese de dünyaca meşhurdu hakemliği.

Yönettiği maçlar yanında, nevi şahsına münhasır bir tipi vardı: Geçirdiği alopesi hastalığı yüzünden, saçları kalıcı olarak dökülmüş; kel, iri ve masmavi gözleri onun alâmetifarikası idi.  Önemli ve kritik maçları yönetmede üstüne yoktu. Tereyağından kıl çeker gibi yönetirdi maçları.

Maçlarını yönetecek hakemin Collina olduğunu duyan kulüpler, futbolcular ve seyirciler derin bir oh çekerdi. Kimseyi korumaz, kimseyi de karşısına almazdı. Ondan ancak futbol oynama yerine başta faul olmak üzere futbolu çirkinleştirmeye çalışanlar ve maçta çirkefleşenler korkardı.  Şu futbolcu çok klas, şunu koruyayım, falan takım kaybederse tepki çekerim gibi bir derdi olmazdı. Kimse de böyle bir beklenti içerisine girmezdi. Çünkü gördüğünü çalar ve affı yoktu. Bu görüntüsüyle “Siz yeter ki futbol oynayın. Oyunu güzelleştirme adına her şeyi yapar, ter dökerim. Oynadığı futbolla ter dökenlerin hakkını kimseye yedirmem” mesajı verirdi. Babacan tavrıyla en kritik maçları yönetir, aleyhine düdük çalınan futbolcu da kolay kolay itiraz etmezdi. Bilir ki Collina, gördüğünü çalar. Durduk yere çalmadığına göre var bir şey.

Yönettiği maçlarda hata yapmış olamaz mı? Yapmıştır mutlaka. Ama kimse onu istenmeyen hakem ilan etmezdi. Çünkü cümle âlem bilir ki Collina kasten hata yapmaz. Bundandır ki 1998-2003 yılları arasında 6 yıl üst üste dünyanın en iyi futbol hakemi ödülüne layık görülmüştür.

Yönettiği maçlar sonrasında aleyhine kritik yapıldığına pek şahit olmadım. Çünkü sonuca etki edecek bariz hatalar onun lügatinde yoktu, kasıt asla.

Collina öncesinde ve sonrasında nice hakemler gelip geçmiştir. Çoğunun adı ve sanı unutulmuştur. Çünkü hiçbiri bir Collina kadar futbolda ve belleklerde iz bırakmamıştır. Anılan varsa da verdiği yanlış kararlarla anılmaktadır.

Collina'yı emsallerine göre bu derece meşhur yapanın, sahasında efsaneleşmesinin ve herkesçe sevilmesinin temelinde verdiği güven ve sahada uyguladığı adalet duygusudur. Bu da güven ve adalet çizgisinin ne derece önemli olduğunu ve milletin bu iki ögeye susadığını göstermektedir. Çünkü güven ile adalet birbiriyle yakın ilişkilidir hatta ayrılmaz ikilidir. Zira biri olmadan diğeri olmaz. Güven yoksa adalet olmaz, adalet olmazsa güven olmaz.

Güven ve adalet bu derece önemli ve herkes buna susamış ise çok mu zor bunları her alanda uygulamak? Aslında çok kolaydır. Bunun için fanatik ve tarafgir olmamak, olması gerekeni yapmak ve hakemlerin/hakimlerin vicdanlarının sesine kulak vermesidir.

İtalyan hakem üzerinden bugün en fazla ihtiyaç hissettiğimiz güven ve adalet duygusuna dikkat çekmeye çalıştım. Aslında bu iki kavrama örnek vermek için ta İtalya’ya gitmeye gerek yok. Bizim önümüzde bizim için numuneyi imtisal olan Hz Muhammed’in Kabe Hakemliği örneği var. Daha peygamber olmadan önce 35 yaşlarında iken Kabe’nin yeniden inşasında, Hacerül esved’in konması esnasında, Arap aşiretleri arasında “sen koyacaksın, ben koyacağım tartışması sonucu; çıkması ve kan akması muhtemel ve kan davasına dönüşecek bir problemi Hz Muhammed sorunsuz çözmüştür. Peygamberin hakemliğine hiç itiraz gelmediği gibi herkes derin bir oh çekmiştir. Çünkü o, emin biridir. Bunu da daha sonra kendisine düşman olacak düşmanları tescillemiştir.

Sonuç olarak hukuk, siyaset, maç vs hayatın her alanında güven ve adalet tesis edilmeden toplumlar ve devletler hiçbir sorunlarını çözemezler. Sorunlar ancak kartopu gibi büyümeye devam eder. Bugün istediğim, topluma güven vermeyen, işinde ve aşında adil olmayan kişilerin özellikle toplumlara yön verenlerin güven ve adalet kavramlarını ağızlarına almamalarıdır. Çünkü çok gülünç oluyorlar. Zira yaptıklarıyla söyledikleri örtüşmüyor.

*12/02/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde