Ana içeriğe atla

Kemâlât Kem Âlât ile Olmaz *

Bir yerde suç ve görevi ihmal varsa orada mutlaka bir suçlu vardır. İşlenen her suç da bireyseldir ve o kişiyi bağlar. Bu gerçeğe rağmen kişilerin işlediği suç veya görevlerini ihmalden dolayı bu ülkede kurum, kuruluş, camia ve meslek grupları eleştiri, itham ve hakaretlerden nasibini alır. Çünkü suçun bireyselliğinden ziyade toptancı davranırız. Maalesef bizim toplumumuzun hastalıklarından bir tanesi de budur.  Bu toptancılığımızın ardından, bundan sonrasını o kurum veya meslek grubu, camiasına sürülen bu lekeyi temizlemek için uğraşıp dursun.  

Her meslek grubu veya camia, zaman zaman yerli-yersiz ithamlara maruz kaldığı gibi Diyanet camiası da bundan (özellikle pandemiden bu yana kendisine yapılan saldırılardan) nasibini almaktadır. Eleştirilerde çoğu zaman kantarın topuzu da kaçırılmaktadır. İthamlara bazen en üst perdeden cevaplar verilirken bu sefer İzmir İl Müftüsü Recep Şükrü Balkan cevap vermiş. Sayın müftünün verdiği cevap birkaç gündür sosyal medyada dolaşımda. Acaba Müftü böyle bir cevap vermiş mi diye sanal alemde kısa bir gezinti yaptım. Müftü Bey’in sert eleştirisi sadece  “gebzeyenigun.com” adresinde yer bulabilmiş. Başka da gündem olmamış. İzninizle önce Müftü’nün eleştirisine yer verip ardından bu konuda bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Cevabi yazısını (noktası, virgülüne ve yazım yanlışlarını düzeltmeden) aynen aktarıyorum:

Her boş kaldıklarında Diyanet camiasına, başkanımıza ve kurum  personelimize saldıran kendini bilmez  mübtezel köpekler!

Siz TV karşısında çekirdek çitleyerek vefat sayısını takip etmekle meşgul iken, kaç gecedir uyku uyumadan gece gündüz demeden  sıkıntı içerisindeki  insanımızın ayağına giderek onların her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan ve hatta komşu illerden yardıma koşarak gelip  orada görev yapan misafir kurtarma ekiplerini bile düşünerek onların da ihtiyaçlarını karşılamak için canla başla mücadele veren eli öpülesi din gönüllülerimizi size meze yapmaz bu millet. Kininizde boğulun din düşmanı ahmak aptal alçak insan müsveddeleri.

Bu vesile ile İzmir'de verilen her türlü göreve tereddüt etmeden koşuşturan tüm meslektaşlarımın  ellerinden öpmek istiyorum. İyi ki varsınız. Sizler bu ülkenin şah damarısınız. Kimseye kulak asmadan kervanı yürütme zamanı. Allah bizimle beraberdir.”

Müftü Bey’in personeline yönelik yapılan haklı-haksız saldırılara, personelini koruma adına cevap vermesi doğaldır. Ki olması gerekendir. Verdiği cevabın içeriği üzerinde de durmayacağım. Zira personelinin çalışmasını en iyi bilenlerden biri de kendisidir.

Benim Müftü’ye eleştirim üslubunadır. “Müptezel köpekler, ahmak, aptal, alçak, insan müsveddeleri” gibi hakaretleri tasvip etmedim. Zira üslubu özellikle “müptezel köpekler” ifadesini görünce bir an için acaba İncil’den bir bölüm mü okuyorum diye düşündüm. İncil’de sık sık İsa Peygamber’in diliyle “Ey Engerekliler Nesli!” ifadeleri geçer. Hiçbir peygamberin ağzından çıkmayacak bu ifadeleri İsa gibi bir peygamber asla söylemez. Bunu Adana’da görüştüğüm Yehova Şahitleri temsilcisi Kenan Bey’e sormuştum ve bu soruma sessiz kalmıştı.   Eğer bu cevabi yazı Müftü’ye ait ise bu ifadeler, bir ilin din hizmetlerini temsil eden birinin ağzına yakışmamıştır. Böyle yapmakla hakaret edenlere hakaret etme yolunu tercih ederek kendisini onların seviyesine düşürmüştür. Sokak ağzıdır bu. Halbuki Müftü’ye yakışan, bir davetçiye yaraşır şekilde en güzel cümlelerle kendisini ifade etmesiydi. Bunu, yani bir mücadelenin nasıl yapılması gerektiğini en iyi Müftü Bey’in kendisi bilir. Çünkü davet, irşat ve tebliğde hakarete mahal yoktur.  İzinden gittiğimiz Hz Muhammed, kendisi ve ashabına yapılan küçümseme, hakaret, işkence ve boykot dönemlerinin hangisinde hakaret yolunu tercih etmiştir? Bunu bana Müftü Bey söyleyebilir mi? Firavun gibi ilahlık iddiasında bulunan bir zalime, Musa ve Harun peygamberleri gönderirken Allah Teala, Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” demiyor mu? Firavun gibi yola gelmeyecek birine bile yumuşak söz söylenmesini emreden ve tatlı bir üslubu esirgemeyen bir dinin amacı, insanlara dokunmak ve onları kazanmaktır. Müftü Bey, kusura bakmasın ama bu üslup ve yöntemle dine mesafe koymuş hiçbir insana el uzatılmış olmaz. Olsa olsa safları belirleyecek şekilde köprüleri atmış olur. Zira insan kazanmaya yönelik bir davranış değildir bu.

Sayın Müftü, özünde ve işinde çok iyi hatta çok samimi olabilir. Unutmasın ki “Kem âlât ile kemâlât olmaz”: Yanlış vasıtalar ile maksada/olgunluğa ulaşılmaz.


*09/11/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde