Ana içeriğe atla

Had Bilmek Edeptendir *

 

Türkiye birkaç gündür taaddüdü zevcat konusunda sosyal medya ve televizyonlarda videosu yayımlanan bir başhekim yardımcısının videosunu ve aynı zatın, ölümle pençeleşen eski bir başbakan hakkında attığı tweeti konuşuyor. Gelen tepkiler üzerine ilgili kişi görevinden alındı.

Yazımda adı geçen kişinin ne ismine yer vereceğim ne de dediklerine. Gerek yok. Zaten adını ve dediklerini biraz Türkiye gündemini takip eden herkes bilmektedir. Baştan söyleyeyim, ilgili kişinin ne görüşüne katılıyorum ne de takındığı tavır ve üslubuna. Bu konuda genel bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Bir kişi doktor olabilir, mesleğinde çok başarılı olabilir. Bu kişi hak ederek veya hak etmeden birilerinin referansıyla bir idari göreve gelmiş ya da getirilmiş olabilir. İlgili kişiye düşen, kendi alanıyla ilgili yazıp çizmesi ve videolar çekip yayımlamasıdır. Çapına, kapasitesine, kumaşına, bilgisine, görgüsüne ve ufkuna bakmadan, alanı ve vazifesi olmayan işlerde söz söylemesi en hafifiyle hadsizliktir. Hadsizlik ise edepsizliktir. Daha doğrusu had bilmek, haddini bilmek edeptendir. Çünkü insan olmanın belki de ilk şartı had bilmektir. Din kimsenin tekelinde değil, ben de bir şeyler söylerim der, dedikleriyle kırar dökerse edep dışı hareket etmiş olur. Haddini bilmeyen bir insanın ne mesleğiyle ilgili insanlığa verebileceği vardır ne de bu kişinin deruhte ettiği idari görevde kurumuna verebileceği bir şey vardır. Burada bir başka sorun, haddini bilmeyen bir kimsenin neresine aşık olundu da böyle birinin önemli bir göreve getirildiğidir. Bir görevi hak etmeyen birini, bir görevle taltif edersen o kişi bu görevin altında ezilir ve içine eder. Bu vesileyle atama ve yükselmelerde ahbap çavuş ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesinde fayda var. Gördüğünüz gibi hak etmeden bir yere getirilen, yüz ağartmadığı gibi onu oraya getirenleri de mahcup etmektedir. Toplum, doktora kızdığı kadar bu makamı altın kase içerisinde bu tiplere sunanlara öyle zannediyorum daha fazla kızmaktadır. Bunda da hakları vardır.

Bir diğer husus; bir kişiyi düşüncesinden, söylediklerinden, yaptıklarından ve yönetiminden, dolayı tasvip etmeyebilirsiniz. Görüşünün hakim olmaması için mücadele yolunu da seçebilirsiniz. Kimsenin sesini çıkaramadığı bir ortamda “kral çıplak” diyebilirsiniz. İnandığın değerlere sataştığından dolayı mücadele yolunu seçerek gerekirse hapsi ve hatta ölümü de göze alabilirsiniz. Ben buna eyvallah derim ve tebrik ederim.  Ama böyle yapmayıp bir başbakan güçten kuvvetten düşmüş, ölümle pençeleşiyor, kendini ve yaptıklarını savunacak gücü ve takati yok.  Böyle bir ortamda İmam Hatipleri de ad ederek elinde pamuk, ölüsüyle mücadele etmeyi tercih ederse ben buna ucuz mücahitlik derim ve yuh derim. Bırakalım, ölüme doğru giden kişi, bu aşamadan sonra hesabını Allah’a versin. Hem bilsin ki böyle bir mücadelenin ve üslubun İslam’da yeri yoktur. İslam, dirisiyle mücadele etmeyip ölüsüyle mücadele etme yolunu seçenlere sıcak bakmaz.

Hasılı, haddini bilmeyenlerin, toplumu okuyamayanların ve mücadelesinde güzel bir üslubu seçmeyenlerin bu ülkeye yapabilecekleri en büyük hizmet, vazifesi olmayan işlerde susmalarıdır. Tüm bildiklerini kendilerine saklamalarıdır. Yanlış meslek seçtiklerine inanıyorlarsa, halihazırdaki mesleklerini bırakıp ilgi duydukları alanın talebesi olmalarıdır. Biliyorsunuz, öğrenmenin ve okumanın başı ve yaşı yoktur. Bence yeni meslek öğrenmeden önce had nasıl bilinir, edep nedir, üslup nasıl bir şeydir? Önce bunlara kafa yormalarında fayda vardır.  

*09/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde