Ana içeriğe atla

Rektöre Altın Öğütler

Bir rektörümüz daha sistem kurbanı oldu diyeceğim ama sistem işliyor. Sayın rektör, sistemden ziyade acemiliğinin kurbanı oldu. Gördüğüm kadarıyla rektör, eşini işe yerleştirmede acemilik yaptı. Benim rektörlük tecrübem yok ama hayat tecrübem var. Eş ve akraba yahut bir tanıdığını bir yere atamanın kurallarını çok iyi bilirim. Arasaydı "Abi, şu bizimkine bir iş ayarlayacağım, bu işler nasıl oluyor" deseydi yaşça bir büyüğü olarak kendisine yardımcı olmak isterdim. 
Eşekten düştükten sonra akıl veren çok olur ama atama kıstaslarını buraya yazacağım. Her ne kadar iş işten geçmiş olsa da rektörün önü açık. Bugün düştü, yarın tekrar ayağa kalkabilir. Önerilerim işte o zaman işe yarar. Yaptığım sadece rektöre yardımcı olmak değil, diğer üst görevde bulunan insanımıza da bir yol gösterici niteliğindedir. Zira böyle basit şeyler için yetişmiş değerlerimizin düşmesine gönlüm razı olmaz. Çünkü kolay yetişmiyor böyleleri. 
Şimdi rektör oğlumuz nezdinde oğlumuza, kızımıza, eşimize, gelin ve damadımıza, diğer akraba ve tanıdıklarımıza atamalar nasıl yapılır, bunu anlatacağım ki kızımız da dinlesin. Benim de ülkeme katkım bu olsun.
Sayın rektörüm!
Koltukta oturmak ve ikinci dönemi garantilemek ve sonrasında daha da yükselmek için ya yardan vazgeçeceksin ya da serden. Burada ser koltuğu ifade etmekte. Koltuk yardan önce gelir. Ölüm iksiri içip eşine iş vermeyip o koltukta oturmaya devam edecektin. Eşin zaten üniversitenin 'first lady'isi. Senin makamını o da temsil ediyor. Böyle bir temsil varken ne diye daire başkanı yapmaya çalışarak eşinin değerini düşürüyorsun? Ama görüyorum ki aşk senin gözünü kör etmiş. Üniversite yönetiminde duygulara yer yoktur.
Belki de eşine iş vermek suretiyle eve çift maaş girsin istedin. Bunu anlıyorum. Bir rektörlük maaşıyla geçinmek zordur. Ama bunun yolu, yanında eşine iş vermek değil. Tamam, taşıdığı şartlar dolayısıyla eşinizin evde ev hanımlığı yaparak eriyip gitmesine gönlünüz razı olmadı. Onu yanınıza alarak ülkeye bir katma değer üretsin ve ülke faydalansın istedin. Seni anlıyorum ama bunun yolu bu değil ki...
Yahu sen, koskoca bir ilin üniversitesinin bir numaralı adamısın. Protokolde en üst seviyedesin. Eşine üniversitende değil, başka kurumlarda iş ayarlayacaksın. Anladığım kadarıyla eşiniz Arapçayı sular seller gibi biliyor, çatır çatır Arapça konuşuyor. Eşinin, çoğu kimsede olmayan özelliklerine bakınca Göçler İdaresi Müdürlüğü eşin için biçilmiş kaftandır. Çünkü Göçler İdaresi denince bu ülkede Suriyeliler akla gelir. Sizin ilinizde de ikamet eden Suriyeliler vardır. Onların dilinden anlayan, onların sorunlarına çözüm üretmede eşiniz çok faydalı olabilirdi. Hemen Göçler İdaresi bana bağlı değil, hem orada bir müdür var deme. Dinle biraz. Bu durumu bir yemekli toplantıda ilin valisine o değilden açacaktın. Yetinmeyip ilin yetkili sendika temsilcisine bildirecektin. Bununla da yetinmeyip rektör atanmada sana referans olan vekil ve partililere, eşinizin cv'sini yine bir yemekli toplantıda verecektin. Gerisi onların bilebileceği bir şey. Senin hatırını mı yıkacaklardı? Bir bakmışsın, eşin Göçler İdaresi müdürü olmuş, Göçler İdaresindeki müdür de senin üniversitende daire başkanı. Var mı bu işte bir anormallik. Bu atamaya kim ne diyebilir? Burada kazan kazan politikası gütmen gerekirdi.
Yok, ben eşime üniversitemde iş vermek istiyorum diyorsan ilana çıktığın, adrese teslim şartlar akademik personel alımında geçerli. Bu şartlarla eşini üniversitene öğretim üyesi alabilirdin. Kim ne diyebilirdi buna?
Yok, ben illa eşimi başkan yapacağım diyorsan bunun da yolu şartlara ilave olarak sözlü mülakat idi. Biliyorsun, personel alımlarında bugünlerde kıstas sözlü mülakattır. Bunun için tek yapacağın, il bünyesinde bir sözlü mülakat komisyonu kurmaktı. Komisyon seçiminde üyelerin haktan ve adaletten ayrılmayan, ehliyet ve liyakata önem veren kişilerden olmasına özen gösterecektin. Nerede bulacağım böylelerini deme. Ararsan bulursun. Mesela MEB bu konuda çok maharetli. İl MEM'den yardım isteyebilirdin. Müdür de sana 2014 yılından beri müdür ve yardımcı alımlarında epey mesafe kat etmiş şube müdürlerinden istemediğin kadar verebilirdi. Komisyon, işi sıkı dokuyarak adrese teslim alım yapardı. Belki eşinize tam yüz vermeyebilirdi ama puanın 99 küsur olacağından ve bu puanın emsallerine fark atan bir puan olacağından emin olabilirdin. Eşinin birincilikle kazanmış puanı önüne geldiğinde eşinin FETÖ vb yapılarla bağının araştırılması için YÖK'e, emniyete, MİT'e bir yazı yazacaktın. Buralardan temiz raporu geldikten sonra eşinin, üniversitende göreve başlatılmasının önünde bir engel kalmazdı. 
Gördüğün gibi tereyağından kıl çeker gibi oldu. Zaten istediğin de bu değil miydi? Gecikmiş de olsa adalet böylece yerini bulmuş olurdu. Tüm bu sürece kim ne diyebilirdi? Ama sen kestirmeden gitmek istedin, devletin yerleşmiş ve yerleştirilmeye çalışılan atama kültürünü görmezden geldin. Kusura bakma ama devlet, kendisini çiğneyen ile çalışmaz.


Yorumlar

  1. Dile düşmek kadar kötüsü yok vesselam.

    YanıtlaSil
  2. As. Maalesef öyle. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin. Ayıplamaya gelmez.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde