Ana içeriğe atla

Görün Maharetimi ve Yazın Bir Kenara!

Bugün kendimle gurur duydum. İşte kabiliyet, işte yetenek dedim kendi kendime. Tamam, pek göstermiyorsun ama sende müthiş yetenek var. Tek eksiğin keşfedilmeyi beklemek dedim. İstedim ki bu gurur kendimde kalmasın, siz de haberdar olun ki kiminle sosyal medyada aşık attığınızı bilin.
Alışverişten çıkıp aldığım eşyaları bagaja koydum. Bagajı kapattıktan sonra aldığım yetmezmiş gibi bir başka markete uğramak için arabama bindim. Yola çıktım. Sağ, sol, geri geri derken ışıkta durdum. Belediyemizin hizmetlerinden kasislere çıkıp indim.  Dakikalar sonrasında yeni marketin parkına aracımı park ettim.
Araçtan inip markete yönelirken bagajın üzerinde simsiyah bir şey dikkatimi çekti. Bir telefondu. Bir an için biri aracımın üstüne bir telefon koymuş. Sanırım bana hediye etmiş olmalı dedim. Bir sevindim bir sevindim. Sonra cebime davrandım. Cebimde telefonum yoktu. Bagajın üstünde gördüğüm benim emektar telefondan başkası değildi.
Market çıkışı tuzlu ödemem aklımı başımdan almış olmalı ki telefonu bagajın üstünde bırakmışım. Yine bir sevindim bir sevindim sormayın. Nasıl sevinmem. Bir marketten diğer markete; sen kalk, o kadar yol tep. Telefonum bagajın üstünde düşmeden seyahat etsin benimle birlikte. Hareket edince düşse, arkadan gelen bir araba çiğnese yoktan başıma iş alacak, yeni bir masrafa girecektim. Tamam eski, pek işe yaramıyor, yeni bir telefon al, ben seni daha fazla çekemem diyor ama dövizin dalgalı günlerinde yeni bir telefon almak öyle market alışverişine falan benzemez. Adamı yere yıkar, hele beni. Hasılı eşeğini kaybeden Nasrettin Hocanın duyduğu üzüntüyü hissetmeden eşeğimi bulmanın sevincini yaşadım.
Markete girmeden şu bagaj üstündeki telefonumun fotoğrafını bir çekeyim, sonra paylaşayım, cümle alem maharetimi görsün dedim. Nasıl çekecektim? Çekmek için cep telefonumu almam gerekiyor. O zaman sadece bagajı çekmemin bir anlamı kalmazdı.
Market alışverişini yaptım, ardından bir başka markete gittim. Eve ne ihtiyaç varsa fazlasıyla aldım. Çünkü ne alırsam alayım hepsi bir telefona vereceğim paranın onda biri etmezdi.
İçimde hissettiğim tek üzüntü telefonumu çekip haber yapamamak.
Ama mutluluğum ve kendimle gurur duymam devam ediyor. Zira içim içime sığmıyor, nasıl bir iç ise. Artık kendi kendime konuşuyorum: Bravo Ramazan! Bir de kendini beğenmezsin. Tamam, unutmuşsun. Bu da bir kusur ama bu kadar kusur herkeste olur. (Sakarlığım aklınıza gelmesin. Zira çekemem.) Ama bu yaşta bu kabiliyet...helal olsun sana! Kolay mı arabanın üstündeki cep telefonunu düşürmeden seyahat etmek. Bir de şoförlüğünü beğenmezsin. Benim araba sürüşüm pek iyi değil dersin. Değme şoförler bu kabiliyeti gösteremezler. Kendini küçümsemeyi bırak, hatta kendinle gurur duy, dedim. Bu arada içimden size de bir taş attım: Bir de aracımı beğenmezler, muayeneden ilk defa da geçemedi derler dedim.
Sakın ola ki ne var bunda. Bunu ben de yaparım deyip moralimi sıfırlamayın. Benim için araç üstünde telefonu düşürmeden seyahat etmek, içi simit dolu tepsiyi düşürmeden başında götürmek gibidir.
Ne alaka demeyin. Siz başınızda simit tepsisi, düşürmeden yürüyebilir, bu şekilde simit satabilir misiniz? Ben bir ara düşündüm. Satma aşamasına geçmeden gözümün önüne sağa sola serpilmiş simitler geldi. Haliyle tangır tıngır düşen tepsi de. Sağdan soldan bakışmalar... Baktım rezil olacağım. Simit satma işine hiç girişmedim. Zira gözüm kesmedi.
Yıl 1987 veya 88 idi. Kayseri'de öğrenciyim. Cepte para suyunu çekti. Gelecek param da yok. Talas Öğrenci Yurdunda (Şimdiki adı Erciyes Öğrenci Yurdu) herkes okula gştmeye hazırlanırken ben de otobüse binip Kayseri amele pazarını boyladım. Pazarda benden başka çokça bekleşen vardı. En arkalarına geçip beklemeye koyuldum. Öndekiler iş bulup gidecek, sıra bana gelecekti. Saatlerce bekledik. Gelen giden olmadı. Az sonra biri geldi. Öndekilerle bir şeyler konuştu. Sonra çekip gitti. Öne geçip ne diyor bu amca dedim. Simit satacak birini arıyor dediler. 
Amele pazarında iş çıkacak gibi değil. Zira bana para lazım. Neye niyet neye kısmet. Gerekirse simit de satarım, şu amcayı kaçırmayayım bari dedim. Amca önde, ben arkada epey bir yürüdük. Cesaret edip amca simidini ben satayım diyemedim. Çünkü ya amca bana, içinde simit dolu bir tepsi verip bu tepsiyi başına koy, çarşı-pazar dolaş, simitçiii diye bağır ve sat gel dese -ki der- nasıl bağıracaktım. Haydi bağırdım. Tepsiyi başımda nasıl tutacaktım. Haydi tuttum. Biri simit alacağında başımı eğince tüm simitler düşerse işte o zaman ne yapacaktım. Baktım simit satmak, öyle göründüğü gibi kolay değil. Vazgeçtim. Gerisin geriye dönüp o gün okula mı gittim yoksa iş bulmak için Talas ilçesine mi gittim. Şimdi hatırlamıyorum. 
Gençliğimde cesaret edip satamadığım simit satışına bugün cesaretim geldi. Araba üzerinde düşürmeden cep telefonu dolaştırdığıma göre simidi hayli hayli satardım. 
Hasılı, gençliğimde -gerçi hala gencim- keşfedemediğim yeteneğimi 58 yaşımda keşfettim ve dedim, sen neymişsin be Ramazan...(Kendimi övmeseydim çatlayıp ölürdüm. Zira sizin göreceğiniz yok. Düşünün bir kere, bu yazıyı yazıncaya kadar kaç simit satardım, paraya para demezdim.) Ama yasağa takılırım şimdi de. Çünkü bugün simit satmaya kalksam dışarıda simit satmak, hele başa konan tepsi içinde simit satmak belediyece yasak. 
Not:Bagaj üstündeki cep telefon resmini görünce telefonun yokken bu resmi nasıl çektin derseniz, eve gelip alışverişi eve çektikten sonra evden bir telefon istedim. Telefonumu bagaj üstüne koyup çektim efendim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde