Ana içeriğe atla

Sessiz Hutbe *

Bu hafta cuma namazını kılmak için muhitimdeki camileri geçerek 29 Mayıstan beri cuma kılınmasına izin verilen İlahiyat camiine gittim yine. Açık hava ve geniş bahçesi cuma kılmak için civarda en uygun yer zira. 
Namazgaha vardığım zaman öncelik ağaç altı olmak üzere tüm gölge yerler, sosyal mesafeye uygun bir şekilde doldurulmuştu. Son gölgeye de seccademi sererek ben oturdum. Diğerleri, güneş gelen yerlere oturmak zorunda kaldı. 
Bir on dakika sonra ezan okundu. Cumanın ilk sünnetini kıldık. 
Müezzinin iç ezanı okumasını beklerken caminin içinden kısık sesle ezan okunmaya başlandı. Ne oluyoruz, ezan niye içeride okunuyor derken gözüm ihata duvarının önünde her hafta görmeye alıştığım seyyar hutbe ve minberi aradı. Yoktu. Anladım ki kapalı yerlerde cuma kılınmasına izin verildiğinden, cami görevlileri de içeriye postu sermiş ve orada kılacaklardı. 
Okunan iç ezanın ardından, hatibin hutbe irat etmeye başlaması lazım. Ama bahçeye hiç ses gelmedi. Bahçede bu durumda olan 400-500 kişiden kimi seccadesini toplayarak caminin içine geçti. Bir müddet sonra caminin içi de doldu. Sirkülasyon hutbe boyunca bu şekilde devam etti. İçeriye biri, "Bahçeye ses duyulmuyor" demiş olmalı ki hutbenin sonlarına doğru biri, içeriden seyyar hoparlör uzattı. Hiç faydası olmadı. Hasılı bize duyulmayan sessiz bir hutbe dinledik.  İmam kendi çaldı, kendi oynadı. Sadece iki, üç km uzaklıktaki camilerde okunmakta olan hutbenin ne dediğini anlayamasak da birbirine karışan mikrofon sesini duyduk. 
Başkasını bilmem ama beni bir düşüncedir aldı. Ya az sonra cuma kılarken imamın sesini duymazsak ne yapacağız? Bereket imamın sesi biraz geldi. Caminin yanındaki biri de rüku, secde gibi komutları tekrarladı da cumamızı kılabildik. Buna da şükür! Namazda da ses gelmeseydi sessiz hutbe dinlediğimiz gibi cuma namazını da sessiz cuma olarak yerine getirecektik.
Cumanın son sünnetini kıldıktan sonra yanıma birkaç kayısı düştü. Başımı kaldırdım. Kaysı ağacının altına oturmuşum. Namazın akabinde birkaç tanesini yiyerek nasiplendim. (Hava müsait olmasına rağmen cami görevlilerinin namazı içeride kılması, bu kayısı yüzünden olabilir mi? Her gelen, ağaçtan yanıma düştü. Bu benim nasibim deyip iç etse ortada reçel yapacak kayısı kalmaz.)
Dışarıda olup bitenlerden cami görevlilerinin haberinin olmaması mümkün değil. Çünkü içerideki cemaatten fazla kişi vardı dışarıda. Pekala dışarıya ses gidecek şekilde önceden bir planlama yapabilirlerdi. Eğer bu mümkün değilse cuma başlamadan önce "Başınızın çaresine bakın" şeklinde dışarıdakilere bir uyarı yapılabilirdi. 
Dışarıda namaz kılan 400-500 kadar kişiyi mağdur edecek şekilde cami görevlilerinin kasıtlı bir düzenleme yaptığını düşünmüyorum. Niyetleri ne ise verilen görüntü bu camiye yakışmadı. Zira tam bir keşmekeşlik hakim idi. 
Görevlilerin niyetlerini sorgulama imkanım yok. Ama alınganlığım bana şunları düşündürdü: Sanki cami görevlileri biz dışarıdakilere "Bakın dışarıdakiler! Kendi muhitinizdeki camilerde de cuma kılınıyor. Hâlâ bizim camiye niye geliyorsunuz? Biz sizi istemiyoruz artık. Bahçede dinlediğiniz bu sessiz hutbe, anlamanız için size attığımız ilk topçu atışıdır. Buna rağmen haftaya da bizim camiye gelmeye kalkarsanız, şakamızın olmadığını bilin. Haftaya ne sürprizlerle karşılaşırsınız, cuma kılabilir misiniz? Şimdiden kestiremeyiz. En iyisi mi bundan sonra siz bize gelmeyin. Zira biz bize yeteriz" demek istedi. Ellerinde olmayan teknik bir arıza olmasını ümit ediyorum.
Hasılı kovulmaktan beter bir cuma kıldık. Her ne kadar cami, bu camide görev yapan görevlilere ait değil idiyse de istenmediğim yere bir daha gitmem. Boşu boşuna görevlileri rahatsız etmemiş olurum. Haftaya beni kabul edecek bir başka cami bulurum kendime.
Eve geldikten sonra bu haftanın hutbe konusu neymiş diye Diyanet sayfasını açtım. "Sabrın sonu selamet" imiş konu. Ben bu sabrı fiili olarak yaşadım anlayacağınız. Belki cami görevlileri böyle yaparak bizim sabrımızı ölçtü. Hutbe boyunca miskin miskin beklesek de sabrımız fena değilmiş bu arada.

*06/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde