Ana içeriğe atla

Pusula'ya Veda ***

Pusula'da ilk yazım 19 Eylül 2018 tarihinde "Girizgah" başlığıyla çıkmıştı. O günden bugüne salı, perşembe ve cumartesi olmak üzere dini bayramlar dışında hafta da üç gün yazdım. Bu kısa zaman zarfında toplamda 276 yazı yazmışım.
İki yıla yaklaşan bu yazı hayatımda ilk yazımda "Başta toplumsal konular olmak üzere siyasi, ekonomi, dini, eğitim ve öğretim, ahlak ve görgü kuralları vb alanlarda Allah ne verdiyse dağarcığım el verdiği müddetçe yazıp çizeceğim. Yani neyi dert ediniyorsam onu" demiştim.  Aşağı yukarı her konuda yazı kaleme aldım. Gündem ya da gündem dışı neyi dert edinmişsem ele aldım. Bir olay, bir hareket hoşuna gitmiş ise övdüm, gitmemişse eleştirdim. Eleştiri ile yetinmedim. Nasıl olması gerektiği konusunda öneriler sunmaya çalıştım. Tüm bunları yaparken olayları asla kişiselleştirmedim. Zira kişilerle işim olmadı hiç. Nabza göre şerbet vermedim. Hem nalına hem mıhına demedim. Doğruya doğru, yanlışa yanlış dedim. İstedim ki dokunsun ve gereği yapılsın. Dokundururken "Sözüm meclisten dışarı" demedim, "içeri" dedim. 
Yazılarımı kaleme alırken kah diyalog yolunu seçtim kah mizah, bazen de hiciv denedim. Bazen üstü kapalı bazen de açık yazdım. Tüm bunları yaparken insanların onurunu ön plana aldım. Kırmadan, dökmeden, yapıcı ve yumuşak bir üslup kullandım. 
Yazılarım bazen teknik hata, yoğunluk ve unutmadan kaynaklı sebeplerle kimi vakit gününde yayımlanmasa da gazetemiz, ertesi gün yayımlamak suretiyle telafi yoluna gitmiştir. Yazılarım; içerik, üslup vs sebeplerle gazete yönetimi tarafından üstü kapalı da olsa bu yazı, bu şekil olmaz şeklinde bir çizik yememiştir. İstediğimi istediğim şekilde özgürce yazdım.
Her girizgâhın bir bitişi olduğu gibi yazmam için bize emanet edilen bu köşeyi de yeni sahiplerine teslim etmek, biraz dinlenmeye çekilmek istiyorum. Bu yazımla da bunu yapıyorum ve Pusula Haber gazetesinde yayımlanmakta olan yazılarıma veda ediyorum. 
Bu zaman zarfında yazı yazmam için gazetesinde bana bir köşe açan gazetenin sahibi Harun Akgül Bey'e hassaten teşekkür ediyorum. Bu süreçte Pusula ailesinin bir ferdi olmaktan bahtiyarlık duyduğumu ifade etmek istiyorum. Gazetemize bundan sonraki yayın hayatında başarılar diler, şehrimize soluk olmaya devam etmesini istiyorum.
Son sözlerim de okuyucu kitleme olsun. Zira Pusula'yı birçok gazeteden ayıran en büyük özelliği, okuyucu kitlesidir. Her yazıyı titizlikle okuyan bu okuyucu kitlesi, zaman zaman yorumlarıyla yazılarıma katkı sunmuşlardır. Bazı yazılarım eleştirilmiş, bazı yazılarım tasvip görmüştür. Hem eleştirilen hem de tasvip gören yorumların hepsi birer geri dönüttür. Hepsi bakış açıma ve ufkumun açılmasına zemin hazırlamıştır. Tüm yorumlara yorum olarak cevap yazmaya çalıştım. Tüm okuyucularıma, özellikle yorum yazan okuyucularıma sonsuz teşekkür ediyorum.
Yazarken kimseyi kırmamaya özen gösterdim. Olur ya, bilmeden hata etmiş, kalp kırmış ve maksadımı aşan bir cümle sarf etmiş ve zülfü yare dokunmuşsam af ola...

***16/07/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde