Ana içeriğe atla

Hassasiyeti Ara ki Bulasın! ***

LGS ve YKS sınavları, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğine yön veren hayati sınavlardandır. Bundandır ki bu sınavların yapıldığı günlerde devletin kurum ve kuruluşları; sınavın ses ve gürültüden uzak bir şekilde geçmesine özen gösterirler ve bir dizi tedbirler alırlar ve uyarılarda bulunurlar. Çünkü sınava giren öğrenci için sınav güvenliği yanında sınavın ses ve gürültüden uzak bir ortamda yapılması olmazsa olmazdır. Bu sınavlar zamanla yarışılan sınavlardır. Aday, yeni nesil uzun soruları okuyup anlayacak ve analiz edecek. Ardından, soruyu hazırlayan kişinin kastettiğini tespit edip birbirine yakın çeldirici cevaplardan birini bulup çıkaracak. Bir tık sesi, çocuğun okuduğu soruyu tekrar okuması demektir. Bu da zaman kaybı ve moralinin bozulması demektir.

2020 LGS ve YKS sınavları, salgın nedeniyle olağanüstü bir ortamda yapıldı ve tüm tedbirlere ilaveten devlet bu sınavların yapıldığı tarihlerde kısıtlılığa gitti. Yerinde bir hassasiyet. Ki olması gereken de bu. Pekiyi aynı hassasiyeti hepimiz gösteriyor muyuz? Cevabın elbette, olmasını çok isterdim. Vereceğim örneklerle aynı özeni göstermediğimiz görülecektir:

TYT sınavında salonda gözetmenim. Salon başkanım kürsüde oturuyor. Ara ara yerinden kalkıp bir dolaşıyor. Her kalkışı bir gürültü bir gürültü. Çünkü tüm salonu yukarıdan görme imkanı versin diye kürsünün altına ahşaptan yapılmış yüksekliğin üzerine basıldıkça kulak tırmalayan bir gıcırtı, bir ses ve gürültü ortaya çıkıyor. Diyelim ki bina sahibi kürsüden kaynaklı gürültüyü yok etmek için tedbir almadı. Sınav başladı. Binanın ve kürsünün yabancısı salon başkanı da yüksekliğe çıktı ve oturdu. Baktı ki öğrencileri rahatsız edecek şekilde bir gürültüye sebebiyet veriyor. Bir daha o kürsüye oturmaması, oturduysa da kalkmaması gerekirdi. Ama kaç defa oturdu oturdu kalktı o kocaman boyu ve kilosuyla. Attığı adımların hepsi ben yürüyorum dedi durdu. Sınavı izleyen biri olarak ben bu durumdan rahatsız oldum. Zamanla yarışan öğrencileri varın siz düşünün.

Ben bu yazıya oturduğum zaman pazar günü yapılan 10.15’te başlayıp 13.15’e kadar devam edecek olan AYT sınavı başlamıştı. Mahallemizde bir camiden sala sesi yükselmeye başladı. Görevli sesini saldı ve uzattı da uzattı. Herhalde bir beş dakika sürdü. Kim vefat etmiş diye salanın sonundaki anonsa kulak kabarttım. Kim olduğunu anlayamadım. Vefat eden kimseye Allah rahmet eylesin. Ölüm bu. Ne sınav bilir ne de hayati bir mesele. Böylesi önemli sınavda ölenin kim olduğunu, ne zaman, nereden kalkacağını yakınlarına duyurmak için sala yerine başka bir yol bulunamaz mıydı? Bildiğim kadarıyla Peygamberimiz zamanında sala verme âdeti yoktu. Sanırım, ilk sala okuma Fatımiler zamanında Mısır’da başlamıştır. Bugün tüm eş, dost ve akrabaların cenaze başta olmak üzere birbirine duyuracağı whatsapp grupları vardır. Pekala bu yol ile ölüm duyurulabilirdi. Yine çoğu yerde köy, belde ve ilçe nüfusuna kayıtlı kişilerin ölüm haberlerini, adlarına kurulmuş dernekler, vakıflar veya belediyeler mesaj yoluyla duyurmaktadır. Hakeza sosyal medya yoluyla da tüm sevenlerine haber uçurulabilirdi. Önemli olan bu acı haberi duyurmak değil mi? İlla sala okunması gerekmiyor. Haydi okundu. Kısa kesmeyi de bilmek lazım. Hele bu sala, sınav yapılan okulun yanı başında ise o anda sınav olan çocukların psikolojisini bir düşünün. Herhalde sınavı bırakıp bir güzel salayı dinlemişler ve “Hayat bu. Millet ölümle pençeleşiyor, bense sınavla” demişlerdir.

Salayı dinleyince sabah ki oturumun bitmesine 15 dakika kala bir güzel de ezanlar okunur dedim.
Sınavın bitmesine yakın, sınavdan çıkacak çocuğumu almak için sınavın yapıldığı okula gittim. Gürültü olmasın diye bahçeye bile alınmayan, güneşin altında yanan anne ve babaları kapının önünde sessizce bekleşir buldum. Onlar gibi ben de beklemeye koyuldum. Az sonra merkezi sistemden öğle ezanı okunmaya başladı. Haydi müezzin çabuk bitir dedikse de namaz vaktini duyurmanın ötesinde tüm maharetini konuşturdu müezzin. Bitime 15 kala bir beş dakika sürdü ezan.

Bizim Diyanet haktan ayrılmaz. Öğleden sonra da YDT(Yabancı Dil Testi) var. Onlara da ikindi ezanını okur, dedim. Sabah okunan sala ile birlikte benim için öğle ve ikindi vaktinde neler olacağı zaten belli olmuştu. Nitekim dediğim gibi oldu. Öngörümü yalan çıkarmadığı için Diyanet’i tebrik ediyorum buradan.

Yanlış anlaşılmasın,  okunan ezandan rahatsızlık falan duymadım. Zira bu ezanlar Akif’in “Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli/Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” beytinde belirttiği gibi daima bu ülkede beş vakit okunmalı. Ama okunan ezana rağmen konan kısıtlılıktan dolayı kimsenin camilere gidemeyeceği ve devam etmekte olan hayati sınavlar göz önüne alınarak bu vakitlerde ezan da okunmamalıydı. Bunu cami görevlilerinden ziyade Diyanet İşleri Başkanı düşünmeli ve “Yapılacak olan sınavlar dolayısıyla pazar günü öğle ve ikindi ezanları minarelerden okunmayacak” talimatını illere göndermeliydi. Maalesef bu hassasiyeti de DİB’den göremedik. Halbuki bu ince düşünce, çocuk ve gençlerin gözünde Başkanı ayrı bir yere oturturdu. Başkan, sigaraya ve personelinin faizsiz bankadan maaş almasına gösterdiği hassasiyeti burada da göstermeliydi. Heyhat ki heyhat... Ben de bu Başkandan çok şey bekliyorum. Maalesef bu hassasiyet denen şey ne alınır ne de satılır. Hele bazılarında ara ki bulasın.

Farkındayım, sözlerimi uzattım. Son olarak şunu söyleyeyim. Yeri geldiği zaman torunu, üzerine bindiği için Peygamberin secdeyi uzattığını, ağlayan bir çocuk gördüğü zaman namazı kısalttığını anlatır dururuz. Bu anlattığımızla da Peygamberin, çocuklara verdiği önemi ve ortaya koyduğu bir hassasiyetini dile getirmeye çalışırız. Nedense aynı duyarlılığı biz ne düşünüyoruz ne de uyguluyoruz. Kusura bakmayın ama peygamberden daha Müslüman’ız sanki! Unutmayalım ki kimse peygamberden daha Müslüman olamaz. Bu mesele kıyas bile götürmez. Bir derdimi anlatmak için bu ifadeyi kullandım. Umarım, peygamberin gösterdiği duyarlılığı sadece anlatmakla kalmayız, bir gün bizler de uygularız.

***30/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde