Ana içeriğe atla

Hem Külfet Hem de Nimet *

Evlere kapanmaktan sıkıldığımız kadar dışarı çıktığımızda maske takmaktan da sıkıldık. Nasıl bir maske ise doğru dürüst nefes aldırmıyor bize. Ağız ve burnumuzun açık olması bir nimetmiş gerçekten. Hele bir de gözlüklü isen, yandın demektir. Çünkü maske takınca gözlük buğulanınca önünü de göremiyorsun. Sadece burun ve çenemizi kapatmamıza rağmen bir tanıdığımızla karşılaştığımızda kolay kolay tanıyamıyoruz. Küçücük bir maske bizi virüse karşı koruduğu gibi tanınmamızı da zorlaştırıyor.

Geçen gün bakkala uğradım. Bakkaldan çıkan bir hanımefendi "Ramazan Hocam! Nasılsın, iyi misin" dedi. Baktım, tanıyamadım. Çünkü yüzünde maskesi vardı. Kimsin, beni nereden tanıyorsun? Sizi çıkartamadım demeden iyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız dedim, hiç bozuntuya vermeden. İsmimle hitap ettiğine göre belli ki beni tanıyan biri. Sesinden de çıkartamadığıma göre uzun süredir görüşmediğim biri olmalı. Maskesini çıkarsa mutlaka tanırım ama maskeni çıkar diyemem ya. Yine hiç bozuntuya vermeden "Aynı okulda mısın" dedim. "Evet" dedi. Bana "Siz, Sarayönü'nde misiniz" dedi. Hayır, oradan geldim diyerek çalıştığım okulu söyledim. İyi günler dileyerek ayrıldık. 

Eve İnternet bağlattığım gün apartmanın önünde Telekom elemanlarıyla konuşurken yanıma yaklaşan biri selam vermekle yetinmedi, konuşmaya başladı. Adama cevap veriyorum ama tanıyamadım. Dikkatlice dinleyince sesinden karşı komşum olduğunu anladım. İlahi komşu! Sen misin? Maskenden çıkartamadım dedim. 

Ömrümüz kifayet eder de eskiden olduğu gibi bir gün normal hayata geçer ve yüzümüzdeki maskeleri de atarsak nefes almada ve tanınmada zorlansalar da bazı insanların yine maskeli dolaşmalarını isterim. Çünkü maske bu tiplerin alışkanlık haline getirdikleri iki özelliklerini örtüyor. Ne demek mi istiyorum? Efendim, burunlarını çöp sepetini karıştırır gibi karıştırıp duruyorlar. O küçük maske dolayısıyla ellerini burunlarına götüremiyorlar. Götürseler de elin burna temasını maske engelliyor. Maskeli iken burunla oynayamadıklarına demek ki burunlarında bir şey yok. Avarelikten kendilerine meşgale bulmuşlar ve tik haline getirmişler, hemen parmakları burunlarına gidiyor.

Bir diğer kesim daha var ki normalleştiğimiz zaman bu tipler de yine maske takmaya devam etsinler istiyorum. Bunların da elleri ağızlarında. Fırsat buldukça parmaklarını ağızlarına götürerek tırnak yiyorlar. Maske dolayısıyla maalesef ellerini ağızlarına götüremiyorlar.

Gördüğünüz gibi maske deyip de geçmeyin. O küçücük maske neleri gizliyor, nelere kadir, bir bilseniz... Eli ne burna götürtüyor ne de ağza.  Nimet dense yeridir.

Maskenin hem külfet hem de nimet olduğundan konu açılmışken normal hayata döndüğümüzde eli burnuna ve ağzına gitmeyen bazıları, yüzlerindeki maskelerini çıkarırlarken gerçek kişilik ve kimliklerini gizledikleri maskelerini de çıkarsalar, oldukları gibi görünüp kendilerini gizlemeseler, insanlığa çok büyük hizmet etmiş olurlar...

*11/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde