Ana içeriğe atla

Cuma İzlenimlerim *

*Cuma namazı kılmak için belirlenen yerlerden bir tanesi de Aşkan Mahallesindeki İlahiyat Camii bahçesi idi.
*Girişte görevliler karşıladı gelenleri. Maskesi olmayana maske, seccadesi olmayana seccade verdiler. Malzemesi olanları da kontrol ettiler. Çoğunluk hazırlıklı gelmişti. Maskesini takmayanlara uyarılarını yaptılar. Kapı girişine konan dezenfektandan ellerini dezenfekte etmeleri için herkesi uyardılar.
*Namaz kılmak için belirlenen bahçe, her şerit arasına bir kişi oturacak şekilde önceden şeritle çevrilmiş. Ön tarafa imamın hutbe okuyacağı seyyar bir minber konmuş. Minber olduğuna göre seyyar bir mihrap da konmuştur. Konmuşsa da ağaçlardan göremedim. 
*Cuma için gelenler, kontrolden geçtikten sonra boş bulduğu iki şerit arasına seccadesini serdi. Kimi güneşli yeri kimi de gölge yeri tercih etti. Ayakkabısını çıkaran seccadesine oturdu. Ayakkabıların sair zamanlarda olduğu gibi çalınma riski yoktu. Çünkü ayakkabıları da herkesin yanındaydı. 
*Herkes ezanın okunmasını beklerken kimi telefonuna davrandı, ortamın fotoğrafını çekti. Kimi de "Bu yaşıma geldim, ilk defa böyle cuma kılacağım, ne günlere kaldık" şeklinde serzenişini dile getirdi.
*Normal zamanlarda camilerde cuma kıldığımız zamanlarda camiye gelenlerin çoğu selam vermeden boş bulduğu yere otururdu. Şimdi boş yere oturan yanındakine selam verdi.
*Yerlerine oturanların çoğu maskelerini çıkarmadı. Nizami bir şekilde maskesini taktı. Tek tük de olsa bazıları burnunu gösterecek şekilde maskesini indirdi. Böyleleri olmazsa olmazdı. Her yerde karşılaştığımız bir durumdu. Bunlar, doğuştan gelen nefes alma haklarının yasak ve kurallarla engellenemeyeceği düşüncesinde olanlar olmalı. Gerçi alışveriş merkezleri gibi kalabalık yerler dışında sosyal mesafeye riayet edildiği müddetçe maske takma konusunda biraz esnek olmada bence bir sakınca yok. Çünkü her şeridin arasında en az 1,5 metrelik bir mesafe vardı. Maske takma ve maske takmama ya da nizami takmama işini biraz abarttığımızı düşünüyorum.
*Daha önce hazırlanan ses düzeninden, bahçenin her tarafına sesin gidip gitmediği konusunda ezan okunmadan önce ses kontrolü yapıldı.
*Ezanı dinledik sessizce. Bitiminde görevlinin sesli yaptığı ezan duasına amin dendi. Ezan duası niçin cemaate bırakılmaz da bu şekilde toplu yapılır, çok anlamış değilim. Başta ezan duası olmak üzere her türlü dua, kişilerin kendisine bırakılmalı diye düşünüyorum.
*Cumanın ilk sünnetini kılarken -başkasında da oldu mu bilmiyorum- içimden okurken maske de hareket etti durdu. Demek ki nefesim güçlü. 
*Sair zamanlarda yanımda saf tutan kişinin, içinden okuduğu süre ve duaları bu sefer işitmedim. Ya sosyal mesafeye riayet ederek namaz kıldığımızdan olsa gerek ya da yanıma güya sessiz okuyan birileri oturmadı. Okuduysa da bana kadar gelmedi. Belki de kulaklarım az işitmeye başlamıştır. Hasılı kimin ne okuduğunu işitemedim.
*Namaz kıldığımız yer, çimlerin üzeri olunca secdeye vardığım zaman alın ve burnum sert zeminle temas etmedi. Yani yumuşacık yere secde ettim. İlmihal kitaplarında secde mahallinin sert zemin olması gerektiği yazar. Secdem olmadı ise namaz da olmayacağı için vay benim halime! Burada bir zorunluluk var. Başka da yapılacak bir şey yok.
*Okunan iç ezan, irat edilen hutbeden sonra yapılan kametle birlikte farz için kalktığımızda sair zamanlardaki alışkanlık gereği imamdan, "Safları sık ve düzgün tutun" şeklinde bir uyarı bekledim. Olmadı. Zira imam temkinliydi. 
*Farzın akabinde imanın hutbede iken "Sünneti evde kılın" uyarısından olsa gerek. Çoğunluk cumanın son sünnetini kılmadan seccadesini toplayarak bahçeden ayrıldı. Bir kısmı son sünneti kılmaya kalktı. Kılanlara da bir uyarı gelmedi.

Burada bir temennimi dile getirerek yazımı nihayete erdireyim. Özellikle havaların iyi olduğu zamanlarda, bahçesi uygun olan camilerin bahçelerinde cuma kılınmalı. Camilerin bahçeleri uygun değilse uygun olan başka park, bahçe, pazar alanı, stat, meydan gibi yerler cuma günleri cuma namazı kılmak için hazır hale getirilmeli diye düşünüyorum.

*01/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde