Ana içeriğe atla

Ekranlardaki Uzmanlar Bizi Uyutuyorlar ***

Yeni tip koronavirüs çıktığı andan itibaren devlet, millet ve dünya bu salgına odaklandık. Televizyon haberlerinin ve tartışma programlarının vazgeçilmez tek gündem maddesi koronavirüs oldu. Ekranlara çıkan aynı veya farklı uzmanların veya bilim kurulu üyelerinin ağzından; virüsün nasıl yayıldığını, insandan insana nasıl geçtiğini, sosyal mesafenin ne kadar olması gerektiğini, maske takıp takmayacağımızı; nerelerde takılıp nerelerde çıkarılacağını, elimizi nerelere temas etmeyeceğimizi, hapşırırken ne/nasıl yapacağımızı; günde elimizi kaç defa, kaç saniye, ne şekilde yıkamamız ve evde kalmamız gerektiğini o kadar duyduk ki sular seller gibi ezberledik dediklerini. Hele temizlik konusunda paranoyak seviyesinde temiz olduk. Yıkadıkça yıkıyoruz ellerimizi, sürttükçe sürtüyor ve hilalliyoruz. “Evde kal” sözü kulaklarımızda çınlıyor sürekli. Hazır ikinci döneme ait konulardan LGS ve YKS’de soru çıkmayacağı açıklandığına göre uzmanların koronavirüsle ilgili tavsiyelerinden soru sorsalar, çocuklarımızın başarıları daha bir artar. Çünkü işin uzmanı olduk hepimiz ve içimiz, dışımız koronavirüs ve koronavirüs önerileri oldu.

Ne moderatör ne ekrandaki konuşmacılar “Yahu biz aynı şeyleri çok söyledik, artık kendimizi tekrarlıyoruz. Biraz da başka bir şeyler söyleyelim,” demiyorlar, aynı dersi her akşam tekrarlıyorlar bize. Tamam, tekrar etsinler; unuttuklarımızı hatırlatsınlar. Zira “Tekrar güzeldir, 180 kere de olsa” bize hatırlatsınlar. Ama bir yere kadar. İşi tadında bırakmak ve usandırmamak lazım. Gına geldi her gün her kanalda aynı şeyleri duymaktan. Çünkü aynı şeyleri söylemek bezdirdiği gibi dinletmez de kendisini. Sadece bir güzel uyutur. Uzmanların söyleyecekleri bir şey kalmamışsa “Ben söyleyeceğimi söyledim, bu konuda başka söyleyeceğim yok” deyip ekranlara çıkmasınlar.

Hemen hemen üç aydır işin uzmanlarının söylediklerini okullarda öğretmenler söylese öğrenciler isyan eder, dersi dinlemez. Veliler “Bu öğretmenler çocuğumuzu geri zekalı sanıyor, aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar: Temizlik temizlik, hijyen…ellerimizi şöyle yıkayalım gibi. Çocuklarımıza yazık! Uyutup oyalıyorlar. Bu öğretmenler çocuklarımızı pis mi sanıyorlar? Çocuklarımızın psikolojisi bozuldu” deyip okulu basarlar. Hızını alamayıp CİMER’e şikayet ederler. Sonuç alamazsa meseleyi adliyeye taşır, gerekirse öğretmenin ağır cezada yargılanmasını isterler.

İçinizden konu malum, haliyle gündem de aynı olur, başka ne olabilir diyebilirsiniz. Konuyu değiştiremeyeceğimize göre pekala gündemi değiştirebiliriz. Çünkü biz koronavirüsle yatıp onunla kalkarken farkındayız veya değiliz, yaşadığımız bu olağanüstü durumun ardından, kurulacak olan yeni bir dünya düzeninden bahsediliyor. Dünyanın tek merkezden tüm devlet ve insanları etkileyecek bu yenidünya düzeninde; yaşadığımız sosyal hayattan din anlayışına, çalışma hayatından sosyal hayata, aile yapısından eğitim anlayışına, gıdadan teknolojiye, devlet yapısından devletlerin işleyişine varıncaya kadar her şeye müdahale edileceği, herkesin takip ve kontrol edileceği dijital bir hayat öngörülüyor. Biraz da aklımızı, kafamızı bu senaryolara yoralım, anlamak için vakit ayıralım. Bu konudaki uzmanları ekranlarda daha sık görelim. Yapılmak istenenleri ve niyetlerini anlamaya çalışalım. Orta yerde insanlığın aleyhine bir durum varsa şimdiden ne yapabiliriz, bunun üzerine yoğunlaşalım, bu konuda kamuoyu oluşsun. Bu yeni hayatı dayatacaklara kızılacaksa beraber kızalım. En azından piyasada aranan ürünü, fahiş fiyata satan esnafımıza kızdığımız kadar bizim için senaryo üretenlere de kızmaya zaman ayıralım. Bizimkiler, üç kuruşluk ürünü beş kuruşa satarken nasıl fırsatçılık yapıyorlarsa yenidünya düzenini dayatacaklar da bu hengame ve puslu havada fırsatçılığın alasını yapıyorlar. Bu yüzden ekranlarda aynı şeyler tekrarlayarak daha fazla uyutulmak istemiyoruz. Yeni kurulacak dünya ile ilgili yeni şeyler ve öneriler duymak istiyoruz.

***09/04/2020 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde