Ana içeriğe atla

Sevemedim Gitti Şu Okumayı *

Bana okur musun diye sorarlar. Utana sıkıla okurum diyorum. Bazen de ara sıra, fırsat buldukça okurum. Zira pek zamanım olmuyor diyorum. Bırakıvermiyorlar peşimi. Şu anda hangi kitabı okuyorsun diye soruyorlar. Halihazırda okuduğum kitap yok diyorum. Bu sefer en son hangi kitabı okudun diyorlar. Düşünüyorum, ağzımda geveliyorum. Okuduğum kitap ismi de aklıma gelmiyor. Buldular ya. Geliyorlar üzerime artık. Sanki önceki sorularına cevap almışlar gibi genelde hangi tür kitapları okuyorsun diye soruyorlar. Mübarekler! Sanki Allah tarafından görevlendirilmiş sorgu melekleri bunlar. Sordukça soruyorlar. Hayatta başka soru ve sorun kalmamış gibi. Sanki ben okuyunca dünyadaki tüm sorunlar kalkacak.
*
Hayatı evime sığdıracak şekilde evime kapanmışken içim içime sığmıyor. Mutluluğuma diyecek yok anlayacağınız. Çünkü bu hengamede kimse bana "okuyor musun, hangi kitabı okuyorsun" gibi sorular sormuyor, daha doğrusu soramıyor. Hazır onlar yani sorgu meleklerim yanımda değillerken onlara buradan rahat bir şekilde cevap vereyim. Bitsin artık sonu gelmeyen bu sorular ve benim çilem.

Şunu herkes bilsin ki elimin altında okuduğum bir kitap yok. Yakın ve uzak geçmişte bir kitap okumuşluğum yok. Bundan sonra da okumayı düşünmüyorum. Var mı, bu sözlerim üzerine söyleyeceği kimsenin? Kim benim okumayışımı dert edinmişse benim yerime de bir kitap okuyuversin. Sonra okumadığım alnımda mı yazıyor da bana bu soruyu soruyorlar? Cahilliğim yüzümden mi okunuyor yoksa? Halbuki ben her konuda fikir söyleyen, her konuyu bildiğini sanan, yeri geldiği zaman bilgiçlik taslayan, her şeyi eleştiren biriyim. Din, siyaset, ekonomi, sosyal hayata dair -aklınıza ne gelirse- her alanda söyleyecek sözüm var. Var mı bir eksikliğim? Siz kendinize bakın.

Daha açık yazayım: Konuşmak, müşahede etmek, seyretmek varken niye gözlerimi yorayım. Haydi okudum diyelim. İş okumakla kalmıyor ki... Bir de okuduğunu anlaman gerekiyor. Bu durumda niye kendimi zorlayayım. Ayrıca okumak için kendimi toplumdan izole etmem, sessiz bir ortam seçmem gerekiyor. Sosyal bir varlık olan ben ve kendimi toplumdan soyutlamak? Ne kadar yabancı birbirine. Gördüğüm ve bulduğum biri ile lak lak yapsam hem hoşça vakit geçirmiş hem de içimi boşaltmış olurum.  "İç"in iki harften oluştuğuna bakmayın. Bir derya var, gördüğünüz o tek hecede. Konuşuyorum konuşuyorum, boşattığım denizdeki bir katre bile değil. Anlayacağınız çenem, vazgeçebileceğim ve okumaya tercih edebileceğim bir sermaye değil. Bu demek değildir ki hiç okumuyorum. Bende görsel zeka var. Gördüğüm bir eşyayı, resim ve fotoğrafı yüz okuma tekniği gibi şıp  diye okuyorum. Resmin arka yüzüne bakmaya bile ihtiyaç hissetmiyorum. Bu okuma diğer okumalar gibi yormuyor beni üstelik. Bir araç alacağımda bile içinden önce aracın kaportasına bakarım. Aracın vuruğu, kırığı, değişen parçası, boyası, özellikle tavan boyası ve rengi benim için olmazsa olmaz önceliğimdir. Dışına içim ısınmışsa sonra o değilden içine göz atarım. Aracın en son motoru aklıma gelir. Hasılı kaportayı beğenmişsem içi bir şekil içime siner. Gördüğünüz gibi iki harf diyerek küçümsediğiniz içime neler sığıyor neler! Tıpkı sizin hayatı evinize sığdırdığınız gibi. Okumayı da içim götürmüyor, tıpkı sevmediği bir yemeği, faydalı diye zorla çocuğunuza yedirmeye çalışırsınız da yumurcağın içi götürmez ya, işte benim iç de okumaya karşı böyle duyarlı.

İsterseniz daha açık yazayım: Sevmiyorum ben bu okumayı, sevemedim gitti. Okumadığım için kendimde ayrıca bir eksiklik de hissetmiyorum. İhtiyaç hissedenler okusun, raflara dizilmiş o kitapları. Siz hangi kitabı okuyayım diye raflara bakarken benim ilgi alanıma o kitapların raflardaki dizilişi giriyor, görselliği ilgimi çekiyor. Kitap en iyi arkadaşmış...Sizin olsun o arkadaş. Beni bilin ve tanıyın ki o birilerinin tek vücut olmuşçasına durmadan "Evde kal" dediği gibi siz de kitap oku, demeyin. Anladık, geri zekalı değilim: Evden de çıkmayacağım, kitap da okumayacağım. Sonra siz okudunuz da ne oldu? Benden ne farkınız var? Okuyan biri olarak sizi de eve kapattılar, beni de. Siz de hayatı eve sığdırıyorsunuz, ben de. Var mı aramızda bir fark? Bu durumda hala bana oku diyecek misiniz? En nefret ettiğim şeydir bana bunun söylenmesi. Tıpkı çocukların, dersine çalış denmesinden nefret ettikleri gibi.  İnadım inat, okumayacağım. Bakalım sizin inat mı galip gelecek benim inat mı?  Hatta sizinle  bu konuda tartışmaya bile varım. Unutmayın ki bana galip gelemezsiniz. 

*11/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde