Ana içeriğe atla

Günah İşlemek mi İstiyorsun? *

Anlamı "Kişinin her duyduğunu söylemesi ona günah olarak yeter" şeklinde rivayet edilen bir hadisi şerif var. Bu hadisi şeriften, duyduğunun doğruluğunu araştırmadan, doğruymuş gibi başka yerde anlatmanın günah olduğu anlaşılmaktadır. Eğer bir kişi günah kazanmak istiyorsa duyduğu her şeyi ulu orta her yerde anlatsın.

Günümüzde sosyal medya ortaya çıkınca bu aleme takılanlar daha iyi bilir. Bu alem çıkınca insanın duyduğunu sağda solda dolaşarak anlatmasına ve yorulmasına gerek kalmadı. Duyduğunu, gördüğünü ve okuduğunu oturduğu yerden cep telefonu marifetiyle aynı anda takipçilerine ulaştırabiliyor. Aktarılan ve paylaşılan bilgi yeter ki işimize yarasın. Paylaşan paylaşana. Bu aleme girip çıkanların çoğunluğu gördüğünü, okuduğunu "Acaba bu paylaşım doğru olabilir mi" diye sorgulamıyor. Hemen bir tık ile paylaşıveriyor. Paylaşımın doğru olduğuna inanmasa bile paylaşıyor. Çünkü işine öyle geliyor. Düşman bellediğini alt edecek veya onu zor durumda bırakacak. Rakibini alt etmek için de tüm etik ve ahlaki ilkeleri bir tarafa bırakarak her yolu mubah görüyor. Çünkü bu devirde savaş/mücadele/rekabet algılar oluşturularak yapılıyor. Eskiden buna "Çamur at, izi kalsın" denirdi. Ha algı ha çamur. Aynı şey. Hatta günümüzde algı oluşturma iftiradan daha beter durumdadır. Çünkü kimin üzerinde bir algı oluşturulursa bu algının sonucundan kolay kolay kendisini kurtaramaz.

Bana her duyduğunu söyleyen mi yoksa her duyup gördüğünü paylaşan mı daha fazla günah işler derseniz, paylaşanın vebalı daha büyük derim. Çünkü duyduğunu aktaranın söylediği sınırlı bir çevrede kalırken sosyal medyada paylaşanın ulaşabileceği kitle sayısı daha fazladır.

Gördüğü her paylaşımı araştırmadan, sorgulamadan paylaşan ve büyük kitlelere ulaşmasına aracılık edenler günahın tam içindedir. Her paylaşımı sorgulamadan "yapmıştır, olmuştur, bundan ben böyle şeyler beklerim" diyerek inanıp yorum ve değerlendirme yapanlar da bu günahta pay sahibidirler. Paylaşımın yalan olduğunu bildiği halde işime yarıyor, karşı tarafı zor durumda bırakacak düşüncesiyle paylaşım yapanlara gelince onların günah diye bir dertleri yoktur. Allah onları bildiği gibi yapsın.

Görüp duyduğumuz ve okuduğumuz her şeyi acaba ile sorgulamak ve teyidi yapılmayan her iddia, bilgi, belge ve paylaşım fâsık (yalan) haber hükmündedir. Bu da pişmanlık duymamak için araştırma ve incelemeyi gerektirir. Ötesi iftiradır, kişiyi töhmet içinde bırakmaktır. Bunun ise ne dinde yeri vardır ne insanlıkta yeri vardır. Kaçak güreşmedir bunun adı. Kişiye belden aşağıya vurmadır. Unutmasınlar ki düşmanın, rakibin mert olanı makbuldür, belden aşağı vuranı değil.

* 06/12/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde