Ana içeriğe atla

Sonuçları İtibariyle 15 Temmuz

2016'nın 15 Temmuz gecesinde yaşadığımız sürecin iki yönü var: Kanlı darbe teşebbüsünden dolayı lanetlenecek bir gün, diğeri de darbeye direnerek bedel ödeyen milletin zaferi.

Burada hepimizin yaşadığı bu darbe sürecini ve darbe gecesinde ortaya çıkan devlet ve millet bütünleşmesini anlatacak değilim. Zira hepiniz biliyorsunuz. Bugün bu yazımda bu menfur darbe teşebbüsüne bir başka açıdan bakacağım. Önce sorularla başlayalım.

15 Temmuz hain darbe teşebbüsünü planlayıp uygulamaya koyanların amacı neydi? Başarılı olsalardı seçilmiş bir hükümeti indirip ülkeyi uzun yıllar yönetmek miydi? Niyetleri iç savaş çıkarmak mıydı? Soruları çoğaltabiliriz. Darbe başarılı olmadığı için ülkeyi yönetme arzularının ve iç savaş çıkarma niyetlerinin olup olmadığını bilemeyiz. Hedefe ulaşmamış bu darbe teşebbüsüne, ortaya çıkan sonuçları itibariyle bakarsak acaba darbeye teşebbüs edenlerin amacı topluma güvensizlik tohumu ekmek olabilir mi? Eğer böyle bir niyetleri varsa bu darbe başarıya ulaşmış demektir. Çünkü hiç olmadığı kadar bugün birbirimize güvenmiyoruz. İşe alımlarda "Acaba bir FETÖ izi var mı" diye sınavı kazananları veya göreve başlayacakları didik didik inceliyoruz. Hakkında iyi malumat edinemediklerimizi sözlü mülakatlar marifetiyle eliyoruz. Yazılı ve sözlüyü geçenleri güvenlik soruşturması adıyla aylarca süren bir istihbarattan geçiriyoruz. Mahkeme ve istihbaratın, başlamasında ve görev yapmasında bir sakınca görmediği kişileri kurumlarda oluşturulan komisyonlar vasıtasıyla bir güzel daha sorgu ile terletiyoruz. Görev yapanları en ufak bir şüphe ile önce açığa alma, ardından ihraç etme yoluna gidiyoruz. Mahkemelerin takipsizlik verdiği kişiler göreve dönmek için kurumuna dilekçe verdiğinde geri göreve başlamaları bir mucize. Çünkü göreve başlatılıp başlatılmamaları üç kişiden oluşan komisyonun inisiyatifinde. Yani iki dudaklarının arasında. Çünkü yetkileri geniş. Göreve başlatsalar da kimse niye başlattın demez, başlatmasalar da. Süre sınırı da yok ellerinde. 

Devlet, iş verdiği veya işe alacağı kişileri böyle süzgeçten geçirirken kamuoyunda ve sosyal medyada kişiler birbirlerini FETÖ'cü ithamıyla da karalamaya devam ediyorlar. 

Namaz kılan veya başörtülü bir çalışan görüldüğünde "Acaba FETÖ'cü olabilir mi" diye içimizden geçiriyor ve onlardan şüpheleniyoruz. Zaman zaman dün birlikte iş yaptıklarımızı bile FETÖ'cülükle veya FETÖ'cüleri korumakla ya da onlarla yeterince mücadele etmedi diye suçluyoruz.

Hızımızı alamayıp oğlu, kızı, damadı, kardeşi FETÖ'cü olanları da FETÖ'cü görüyor, suçun ferdiliğini unutarak onları da kara listeye alıyoruz. 

Cemaat olarak bilindiği dönemde içlerinde kalmış, 15 Temmuz itibariyle yapının ihanetini gördükten sonra "Ben bu yapıyı tanıyamamışım" deyip bildiklerini anlatarak devletin yanında yer alanlar mahkemeden takipsizlik alsalar bile komisyon, göreve başlatma yönünde inisiyatifini kullanmıyor. Göreve başlatsak bizi de FETÖ'cü görürler endişesi taşıyor. Hem komisyon hem de kamuoyu "Dur bakalım, pişman mı? Yarın FETÖ tekrar güçlense bunlar tekrar yapının hizmetine koşarlar" niyet okuyuculuğu yapıyor. Halbuki pişmanlık duyup itirafta bulunanlar ve yapının çözülmesine katkı sağlayanlar tabir yerindeyse FETÖ'yü satmıştır. FETÖ tekrar bu topraklarda filizlenmeye başlasa ilk uğraşacağı kişiler, kendisini satan bu kişiler olur.

Hasılı belki de şüphenin şüphesini hatta bir paranoya durumunu yaşıyoruz. Kimse kimseye güvenmiyor. Bu durumu görünce acaba darbe planlayıcılarının gerçek niyeti aramıza güvensizlik tohumu ekmek miydi diye düşünmeden edemiyorum. Böyle bir niyeti yoktu ise de darbenin üzerinden üç yıl geçmesine rağmen toplumda bir güvensizlik durumu hakim. Oluşan bu durumun bugünden yarına kalkacağı da yok.

Yorumlar

  1. Her ne kadar niyet okuyuculuğu yapsak da bir çoğu ders almışa benzemiyor. Fetöcü değil belki ama tam bir Tayyip düşmanı olmuşlar. Sanki Tayyip onları mağdur etti.

    YanıtlaSil
  2. Oluşan güven ortamı beni rahatsız eden. Bu aşamadan sonra tedavisi de zor gibi. Sadece FETÖ'cülerde değil, halkın önemli bir kesiminde karşıt olmanın ötesinde düşmanlık var. Bunun da nasıl oluştuğu üzerinde durmak lazım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde