Ana içeriğe atla

Siyaset İlkeler Üzerine Yapılmalı

İçinde bulunduğum camianın yıllardır savunduğu bir fikri vardı: Sandıkla gelen sandıkla gider, sandığa saygı duyacaksınız, derdi. Buna karşılık karşı kesim, "Demokrasilerde her şey sandık değil" derdi. Şimdi görüyorum ki her iki kesim, değişmeyen tek şey değişimdir sözünü kendilerine referans almış görünüyorlar. 

Bizde boşu boşuna birimizin ak dediğine diğerimiz hep siyah der diye birbirimize kızıp durur, ah bir defa da asgari müştereklerde birleşseler der dururduk. Sağ olsunlar, serzenişimizi duymuş olmalılar ki her ne kadar aynı görüş etrafında birleşemeseler de birbirlerinin daha önceki görüşlerini emaneten de olsa almış oldular. Bence sevindirici bir durum bu, büyük bir aşama. Böyle böyle hepsinde olmasa bile asgari müştereklerde buluşacak gibiyiz. Sadece biraz daha bekleyeceğiz.

İşin esprisi bir tarafa. Ki bunun şakası bile hoş değil. Maalesef siyasetimizin ve insanımızın geldiği nokta bu. Pozisyona göre tavır almak dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Halbuki siyaset prensipler üzerine yapılırsa o siyaset acı olsa da sonuçları itibariyle tatlıdır. Prensipler, yeri geldiği zaman kişinin elini kolunu bağlar ama bir dik duruştur, ilkeli davranıştır. Siyaseti de ilkelerimiz üzerine yapmalıyız diye düşünüyorum.

İlkeli davranmak her şeyden önce rakip ve muhataplarımıza güven verir. Bugün ne kadar da ihtiyacımız var bu güven ortamına.

Demokrasi demek, seçimle gelmek demek her istediğini yapmak demek değildir elbet. Seçilmişin seçenlerden bir farkı yoktur. Hatta seçmene göre seçilenlerin daha fazla sorumlulukları vardır. Yoğurdu üfleyerek yemeliler. Suç işleme gibi bir lüksleri yoktur. Devletin emanet ettiği koltuğu ve bütçesini istediği şekilde hoyratça kullanamazlar. Kullanmaya kalkarlarsa devletin yetkili organlarının elleri armut toplayacak değildir. Mutlaka gereğini ve gerekeni yapacaktır. Fakat devlet bu yetkilerini kullanırken toplumsal bölünme ve infiale sebebiyet vermemek ve toplumun bir kesiminin nefretini üzerine çekmemek için bu işi yargıya havale etmeli. Yargı hızlı bir şekilde kararını vererek sonucuna herkes katlanmalı. 

Bir diğer husus, özellikle belediyelerimizin imkanları geniş ve buralarda büyük paralar dönmektedir. Yerel başkanlıklar diyebileceğimiz belediyelerde kamu kaynaklarının harcanmasında özensiz davranıldığı bir gerçek. Bunun önüne geçmenin yolu da iyi bir denetimdir. Ülkemizin en büyük eksikliği denetimsizliktir. Denetim varsa da ya art niyetle yapılır ya üstü örtülür ya da minareyi çalan kılıfına uydurmuştur. Adil ve şeffaf denetim şart. Ucu kime dokunursa dokunsun.

Bir diğer husus, seçimle gelen bir başkan "Beni halk seçti, ben istediğimi yaparım" aymazlığı içerisine giremez. Belediye mevzuatında neyin, nasıl yapılacağı bellidir. Başkanlar yetkilerini kılıfına uydurarak kötüye kullanmamalıdırlar.  


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde