Zaman
zaman bizi yoklayan, yokladığı zaman geriye büyük bir enkaz bırakan; çoğu vakit
mal ve can kaybına neden olan deprem, heyelan, çöküntü, sel baskını gibi doğal
afetlere bundan sonra daha fazla hazır olmamız lazım. Çünkü küresel ısınmayla
birlikte bundan sonra özellikle sel baskınlarına daha fazla maruz kalacağız.
Geliyorum diyor devamlı. Bazen bir ilimizi, başka bir gün bir başka ilimizi
tabir yerindeyse önce teslim alıyor, ardından boğup geçiyor. Tüm bu yıkımdan
sonra can kaybı yoksa veya fazla olmamışsa "Can kaybı yok" deyip
şükrediyoruz. Yıkım fazla ise gerekirse o bölgeyi afet bölgesi ilan ederek
halkın ekim, dikim kaybını, esnafın zayiatını telafi etmenin yoluna gidiyoruz.
Başka yaptığımız bir şey var mı? Maalesef yok.
Yazımın
başlığını "Doğal Afetlere Hazır Olalım" koydum, "...Hazırlıklı
Olalım" demedim. Çünkü geçmişten günümüze kurup altyapısını geçirdiğimiz
ve geliştirdiğimiz yerleşim yerlerinin hiçbiri gelmekte olan ve daha da artarak
devam edecek olan doğal afetlere karşı hazırlıklı değil. Tüm yerleşim
yerlerimiz yıllık metrekareye düşen yağış miktarına göre alt yapısını yapıyor.
Normalinden fazla gelecek yağmur ve sel baskınlarına karşı hiçbir belediyemizin
ne planı ne programı ne ufku ne de hazırlığı var. Tek yapılan, şehri birinci
dereceden yönetenler, meteorolojiden aldıkları hava raporları doğrultusunda
"Şiddetli yağacak yağmur sonucunda meydana gelebilecek sel baskınlarına
karşı dikkatli olmaları ve tedbir almaları için" basın aracılığıyla
vatandaşları uyarmaktan ibarettir. Merak ettiğim, gelmekte olan şiddetli yağış,
sel baskınlarına neden olacaksa evi çukur veya dere yatağında olan, iş yeri alt
geçidin içinde olan vatandaş ne tür bir tedbir alabilir? Evini, barkını, iş
yerini, malını, mülkünü sırtına alıp yüksek yerlere çıkacak değil ya… Böylesi
durumlarda tek yapabileceği, imkanı varsa eşyalarını evin daha yukarısına
taşımak olur. Çoğu kimsenin de böyle bir seçeneği yok. Sonuç olarak gelen sel,
normal yollardan akıp gidemiyorsa nereden bir çıkış yolu bulursa o tarafa
yöneliyor ve orasını dolduruyor. Geçmişten günümüze belediyelerin atık su ve
sel baskınlarına karşı yerin altından geçirdiği tahliye boruları iflas ediyor.
Normalinden fazla gelen su, boruyu patlatmasıyla birlikte evlerin bodrum
katlarına yöneliyor.
Evini
su basan ve canını güç bela kurtaran vatandaş "Evimin/iş yerimin şu haline
bakın, belediyeyi aradık daha gelmedi" ya da "geç geldi"
serzenişinde bulunuyor. Böylesi afet durumlarında belediye hangi eve, ne
yapabilir? Su baskınına maruz kalan yer o kadar çok ki… Belediye, sel baskınına
uğrayan yerleri boşaltmaya kalksa çektiği suyu nereye tahliye edecek? Çünkü
her yer suyla birikmiş vaziyette.
Hasılı
bundan sonra bizim ve dünyanın ne kadar ömrü kalmışsa küresel ısınmanın bir
sonucu olarak başta sel baskınları olmak üzere doğal afetleri yaşayacağız.
Yaşarken de görünen köy kılavuz istemez, biz tüm bu afetleri seyredeceğiz.
Yıkım götürdüğünü götürecek, ayakta kalan sağlar bizim olacak. Böyle böyle
dünyanın sonunu getireceğiz.
Kimin
eseri bu tablo? Biz bunları hak ettik mi? Maalesef hak ettik, hem de çoktan.
Çünkü kurduğumuz şehirler hepsi bizim elimizden geçti. Başımıza gelen ve
geleceklerin hepsi de bu cuma hutbesinin konusunda geçtiği gibi bizim
eserimizdir. Yani kendi yapıp ettiklerimizin, doğa ile savaşımızın, doğayı
hoyratça kullanmamızın bir sonucudur. Maalesef geriye dönüş de yok. Çünkü
neresinden tutarsak elimizde kalıyor. Daha biz yirmi yıl önce
yaşadığımız büyük Marmara depreminden ders çıkartıp tedbir almış değiliz.
Ne
diyelim? Rabbim akıbetimizi hayır eylesin!
***20/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
***20/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder