Ana içeriğe atla

Doğal Afetlere Hazır Olalım ***


Zaman zaman bizi yoklayan, yokladığı zaman geriye büyük bir enkaz bırakan; çoğu vakit mal ve can kaybına neden olan deprem, heyelan, çöküntü, sel baskını gibi doğal afetlere bundan sonra daha fazla hazır olmamız lazım. Çünkü küresel ısınmayla birlikte bundan sonra özellikle sel baskınlarına daha fazla maruz kalacağız. Geliyorum diyor devamlı. Bazen bir ilimizi, başka bir gün bir başka ilimizi tabir yerindeyse önce teslim alıyor, ardından boğup geçiyor. Tüm bu yıkımdan sonra can kaybı yoksa veya fazla olmamışsa "Can kaybı yok" deyip şükrediyoruz. Yıkım fazla ise gerekirse o bölgeyi afet bölgesi ilan ederek halkın ekim, dikim kaybını, esnafın zayiatını telafi etmenin yoluna gidiyoruz. Başka yaptığımız bir şey var mı? Maalesef yok. 

Yazımın başlığını "Doğal Afetlere Hazır Olalım" koydum, "...Hazırlıklı Olalım" demedim. Çünkü geçmişten günümüze kurup altyapısını geçirdiğimiz ve geliştirdiğimiz yerleşim yerlerinin hiçbiri gelmekte olan ve daha da artarak devam edecek olan doğal afetlere karşı hazırlıklı değil. Tüm yerleşim yerlerimiz yıllık metrekareye düşen yağış miktarına göre alt yapısını yapıyor. Normalinden fazla gelecek yağmur ve sel baskınlarına karşı hiçbir belediyemizin ne planı ne programı ne ufku ne de hazırlığı var. Tek yapılan, şehri birinci dereceden yönetenler, meteorolojiden aldıkları hava raporları doğrultusunda "Şiddetli yağacak yağmur sonucunda meydana gelebilecek sel baskınlarına karşı dikkatli olmaları ve tedbir almaları için" basın aracılığıyla vatandaşları uyarmaktan ibarettir. Merak ettiğim, gelmekte olan şiddetli yağış, sel baskınlarına neden olacaksa evi çukur veya dere yatağında olan, iş yeri alt geçidin içinde olan vatandaş ne tür bir tedbir alabilir? Evini, barkını, iş yerini, malını, mülkünü sırtına alıp yüksek yerlere çıkacak değil ya… Böylesi durumlarda tek yapabileceği, imkanı varsa eşyalarını evin daha yukarısına taşımak olur. Çoğu kimsenin de böyle bir seçeneği yok. Sonuç olarak gelen sel, normal yollardan akıp gidemiyorsa nereden bir çıkış yolu bulursa o tarafa yöneliyor ve orasını dolduruyor. Geçmişten günümüze belediyelerin atık su ve sel baskınlarına karşı yerin altından geçirdiği tahliye boruları iflas ediyor. Normalinden fazla gelen su, boruyu patlatmasıyla birlikte evlerin bodrum katlarına yöneliyor.  

Evini su basan ve canını güç bela kurtaran vatandaş "Evimin/iş yerimin şu haline bakın, belediyeyi aradık daha gelmedi" ya da "geç geldi" serzenişinde bulunuyor. Böylesi afet durumlarında belediye hangi eve, ne yapabilir? Su baskınına maruz kalan yer o kadar çok ki… Belediye, sel baskınına uğrayan yerleri boşaltmaya kalksa çektiği suyu nereye tahliye edecek? Çünkü her yer suyla birikmiş vaziyette.

Hasılı bundan sonra bizim ve dünyanın ne kadar ömrü kalmışsa küresel ısınmanın bir sonucu olarak başta sel baskınları olmak üzere doğal afetleri yaşayacağız. Yaşarken de görünen köy kılavuz istemez, biz tüm bu afetleri seyredeceğiz. Yıkım götürdüğünü götürecek, ayakta kalan sağlar bizim olacak. Böyle böyle dünyanın sonunu getireceğiz.

Kimin eseri bu tablo? Biz bunları hak ettik mi? Maalesef hak ettik, hem de çoktan. Çünkü kurduğumuz şehirler hepsi bizim elimizden geçti. Başımıza gelen ve geleceklerin hepsi de bu cuma hutbesinin konusunda geçtiği gibi bizim eserimizdir. Yani kendi yapıp ettiklerimizin, doğa ile savaşımızın, doğayı hoyratça kullanmamızın bir sonucudur. Maalesef geriye dönüş de yok. Çünkü neresinden tutarsak elimizde kalıyor.  Daha biz yirmi yıl önce yaşadığımız büyük Marmara depreminden ders çıkartıp tedbir almış değiliz. 

Ne diyelim? Rabbim akıbetimizi hayır eylesin!

***20/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde