Ana içeriğe atla

"Yav Anlatıvir Sâne!"

80 yaşın üstünde bir tanıdığım var. Sessiz ve sakin, kendi halinde biri. Evinde oturur durur. Fırsatını bulur bulmaz oturduğu yerde hemen kestirmeye başlar. Şimdilerde kulakları ağır duyuyor. Ne zaman yanına varsam hemen toparlanır, aramızda şu konuşma geçer.
—Anlatıvir* bakalım.
—Ne anlatalım?
—Ne bileyim? Anlat işte! 
—İyi de ne anlatayım?
—Sende anlatacak çok şey var. Haydi anlat!
Az sessizlikten sonra ses tonunu biraz daha yükselterek,
—Yav konuşuvir sâne!** Ne dî*** konuşman?

Her karşılaştığımda bu minval üzere sohbetimiz olur. Eğer buna sohbet denirse tabi. 

Kulaklar ağır duyduğu için bağırarak konuşur ahbabım. Duyurabilmek için de önce normal ses tonuyla cevap veririm. Ardından sesimi biraz daha yükselterek aynı cümlemi ikinci defa tekrarlarım.

Normalde sessizliği sevmem. Ortamını bulduğum zaman konuşurum. Fakat yukarıda anlattığım kişi gibi birkaç tanıdığım var. Onların yanında dut yemiş bülbüle dönerim. Ne konuşacağımı şaşırırım. Çünkü dünyadan kopuk insanlar. Bakmayın dünyada yaşadıklarına. Sahi ne konuşayım böyleleriyle? Hal hatırdan sonra ne yapabilirim? İnsanlar benden için esprili derler. Espri yapayım desem espri yapmış olmak için espri yapılmaz ki...sonra espriden de anlamazlar. Ayrıca sululuk yapma, ciddi ol diyebilirler. Çünkü mizah bazıları için özellikle şakadan anlamayanlar için öyledir. Siyaset konuşayım desem siyasetten uzaklar. Tarla, bağ, çubuk konusu açsam ne ben anlarım ne de onlar. Çünkü unu eleyip eleği duvara asmışlar. Hayat pahalılığından dem vursam gündemle hiç ilgileri yok. İbrahim peygamber ile oğlu İsmail arasındaki hikayeyi anlatsam zamanı değil. Çünkü mevsim kurban değil. Ayrıca benden iyi bilirler bu hikayeyi. Bunu biliyoruz, başka şey anlat derler. İşin garibi ne istediklerini bilsem ya da bir soru sorsalar ya da ortaya bir konu açsalar, konuşacağım. Maksat onları dindirmek değil mi? Çocuk olsalar kaydıraktan kaydırmaya götüreceğim. Ona da gelmezler. Hasılı geveze ben, böylelerinin yanında pes eder, acizliğimi itiraf ederim. Tabi ben bu tip yaşlılardan bu şekil dert yanıyorum ama ayıplamıyorum. Çünkü onlar yaşına gelince ben nasıl olacağım, bilmiyorum.

Sahi sizin etrafınızda da böyleleri var mı? Varsa ne anlatıyorsunuz? Bana yaptıkları gibi sizi de sıkboğaz ediyorlar mı? Bunun yolunu biliyor da bana anlatmazsanız hakkım kalır. Yok yanınızda böyleleri yoksa demek ki Allah'ın en sevgili kulusunuz. Vah benim kaderim vah!

Not:Anlatıvir, konuşuvir, ne dî gibi ağız başka illeri bilmem ama Konya’da bazılarınca bu şekilde ifade edilir. Yani Gonyalıca ağzı da diyebiliriz.)
* Anlatıvir=anlatıver 
**Yav konuşuvir sâne= Yahu konuşuversene veya konuşsana
***Ne dî=ne diye

Yorumlar

  1. Sanırım onlar boşnak veya Bulgar göçmeni. Dillerini anlamak biraz zor. Ne demek istediğini anladıktan sonra az çok bir şeyler konuşmayı sen becerirsin. Hele hele sen konuşacak bir şeyler bulamıyorsan biz hiç bulamayız. Hakkım kalır diyorsun ya. Kafa sallayıp hı hı diyebilirsin veya sen onu konuşturabilirsin. Onlar konuşacak dertlenecek birilerini arıyorlar. Sen de onu yapıyorsun. Allah sen razı olur. Tabi ki onların hal hatırlarını sormak lazım. Onu da espiri konusu yapmışsın ya. Helal olsun sana. Tebrik ediyorum.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ediyorum Hocam. Benim konuşmam için ortam müsait, kendim de gününde olmam lazım. İnsanın bir anı diğer anını tutmuyor bazen. Anlattığım kişiler elbette dertlenecek ortam arıyor, ilgi bekliyor. Ah biraz konuşsalar tamam deyip bayrağı devralacağım. Biz nasıl olacağız bilmiyorum ama bunların durumu hastalığından dolayı doktora gelmiş, neyin var diyen doktora neyim olduğunu sen bil diyen hastalara benziyor. Hasta şuram ağrır demeden doktorun muayene edebilmesi mümkün değil. Bu konuşan Boşnak ya da göçmen değil. Öp öz Konyalı. Bizim konya'nın şivesi farklı. Çözmesi için TDK'nın kaç fırın ekmek yemesi lazım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde