Ana içeriğe atla

Hayatım Boyunca Ben

Dürüst olamadım ama dürüst olmaya ve dürüst görünmekten geri kalmadım.
Halime şükreder göründüm ama yeterince ve hakkıyla şükrettiğim söylenemez.
Makam, mevki beklenti içerisine girmedim ama olsa fena olmaz, yan cebime koy, zira neyim eksik dedim.
Olamadığım fakat olanın yaptığı her şeyi böyle olmaz diye eleştirdim. Halbuki olduğum takdirde aynı şeyleri yapacağımı unuttum ya da hesaba katmadım.
Çok hayal kurdum, öyle hayaller kurdum ki hayallerim, hayalimi solladı geçti ama hiçbir hayalim gerçekleşmedi. Hep düş kırıklığı yaşadım. İşin garibi hayallerimi herkesten sakladım. Dağın bile haberi yok.
Kendime "Bir yerde olur olmaz konuşma, her konuda fikrini söyleme, biraz dinlemeyi öğren; konuşarak hep vermeyi değil, biraz da dinleyerek almayı öğren" diyerek öğüt verdim. Nasıl bir inatsa kendi öğüdümü kendim dinlemedim.
Çok şaka yapma, yerli yerinde ve anlayana yap, (olmayan) ağırlığını kaybediyorsun dedim. Dediğimle kaldım. Zira bir yerde mizah kokusu sezmişsem ben beni dinlemedi. Hemen atladı.
Çok cömert ol, yedir insanlara dedim. Olmadı. Çünkü can değil ki vereyim...
Rayında gitmeyen bir işe veya bir işi yerli yerinde yapmayana kızmayayım, içime atayım dedim. İçim isyan etti, köpürdü, küplere bindi. Sonunda kendi küpüme zarar verecek şekilde sirke oldum, kırmızı yüzüm kıpkırmızı oldu. Ne kendime ne de etrafıma pozitif bir enerji verdim.
Bir hoşnutsuzluk gördüğünde görmezden gel, belli etme, herkes gibi davran dedim. Beni dinleyen kim? Sanki dünyayı elime verdiler de al düzelt dediler. Atlıyorum hemen.
Şerbeti severim hele bir de doğal yapılanı ise ama nabza göre bir türlü şerbet veremedim. Demek ki nabzımda da bir sorun var.
Doğal ol, olduğun gibi görün dedim ama uygulamadım. Olmadığım gibi görünmeyi seçtim.
Az ye, daha rahat edersin, yoksa kilo alırsın dedim. Beni dinleyen kim? Tabakta durduğu gibi durmadı mübarek! Hepsi mideme gitti.
Büyük-küçük, okumuş-okumamış insanlara iyi davran, onları olduğu gibi kabul et dedim. Prensip olarak evet ama pratikte yokum dedi. 
Yaradan’ın istediği gibi bir kul olayım dedim. Nefsim galebe çaldı. Gün görmedik mazeret, bahane ve gerekçeyle çıktı karşıma. Her defasında da galip geldi bana.

Hasılı hayatta bir türlü ben, kendim olamadım. Ya benden başka bir ben belirdi ya da ben olduysam da bir işe yaramadı. Böyle geldim böyle gidiyorum. Umudunu yitirmemiş ama umutsuz bir vaka olarak yoluma takır tukur devam ediyorum. Anladım ki beni ben olarak bırakmayan içimdeki ben ile mücadele halindeyim. Bugüne kadar bir galibiyetim yok. Hep mağluplardayım. Bu demektir ki halim harap. Demek ki nefisle mücadele en büyük cihattır diye boşuna söylenmemiş. Pes etmiş miyim? Hayır!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde