Ana içeriğe atla

Ha Dünyaya Bir Kazık Çaksam, Nasıl Olur?

Doğum günüm diye sevinsem mi, üzülsem mi? Bazıları doğum gününü kutlar bir sevinçle. Ben de kutlasam mı? Benim ki de laf yani! Doğum gününün neresini kutlayacağım? Her yeni girdiğim yaş beni rektifiye etmiyor ki. Bir yaş daha yaşlandırıyor. Yani bir ayağımı çukura çukura götürüyor. Yani beni mezara yaklaştırıyor. Bu yaşın neyine sevineyim, neyini kutlayayım? Ben bir yaş daha yaşlandım diye günümü kutlasam el adama ne der sonra? Deli dese yeridir.

Kaç yaşına mı girdim? 57'den gün aldım bugün itibariyle. Yazıyla tam elli yedi yıl. Dile kolay, 57 yıldır bu dünya benim kahrımı çekiyor. Görüyorum ki ne sağlam dünyaymış. Ben öyle sabır ve tahammül gösterilecek biri değilim. Ne diyeyim? Helal olsun!

Hasılı üzülüyorum. Yaşımı küçük göstermeye çalışsam da biyolojik yaşım kafanı kuma gömüp gizleme kendini, her şey ayan beyan ortada diyor. Bakmayın siz bazılarının her yaşın bir güzelliği var dediklerine. Merak ediyorum beni bir yaş daha yaşlandıran, beni mezara doğru sürükleyen, pilin bitiyor Ramazan diyen yaşı ben ne yapayım? Bazıları dünyaya kazık mı çakacağım der. Ha ne var, kesretten kinaye olarak o kazığı fazla değil, birkaç 57 yıl daha çaksam ben dünyaya. Sultan Süleyman'a bile kalmayan bu dünya bana kalsa... Bu alanda bir ilki gerçekleştirsem... Bilgi yarışmalarında dünyaya kazık çakarak bir ilki gerçekleştiren adam kimdir dense ve herkes bu soruyu heyecana kapılmadan banko bilse ve hiçbir alanda başarılı olmayan, kedi olalı bir fare tutamayan ben, bu vesileyle herkes tarafından tanınan meşhur biri olsam... Hatta bazen yarışmacıları yanıltmak için dedelerin dedesinin dedesinin dedesinin dedesi kimdir dense... Sultan Süleyman, öbür dünyada; alacağın olsun,  bana kalmayan sana kaldı dese, ölümsüzlük iksirini bulmaya çalışan fakat bulamayan Lokman Hekim, bunu nasıl başardın be köftehor dese nasıl olur! Bana göre hiç fena olmaz. Hatta aliyyül a'la olur.   Zira 57 yılda ne olup bittiğini pek anlayamadım bu dünyanın. Belki bundan sonra yaşayacağım çok yıllarda ne olup biteceğini anlarım. Gözümü açıp kapattım. Bir bakmışım ki bir 57 yıl geçmiş. Görüyorsunuz gönlüm ve nefsim ne de çok istiyor! Ne edersiniz ki nefis bu. İster de ister... Bundan sonra kalan ve bir epey devam edecek hayatımda kimseye, hiçbir şeye hatta etliye sütlüye karışmasam, dilimi tutsam, herkesle iyi geçinsem...

Off olmuyor işte... Ben böyle gelin güvey olurken içimden bir ses bre nadan! Sen ne dediğinin farkında mısın? Ölüme çare mi var? Çatlasan da, patlasan da, üzülüp karalar bağlasan da geleceksin. Zira bundan kaçış yok diyor. Diyor da diyor. Biliyorum içimdeki ey ses! Ha benimkisi züğürt tesellisi idi. Hayallerime ve emellerime sekte vurmasan olmaz mı? Umut fakirin ekmeği. Umuttan, hayal kurmaktan kim ölmüş ki ben öleyim!

Ezcümle her doğum günümde pakleyecek teneşir tahtasına beni bir adım daha götüren doğum günlerim, bana pek haz vermiyor. Felaket tellalı gibi bana elleme olsun, geliyon geliyon. Sıra sana da geliyor, bu dünya sana da kalmayacak diye hatırlatıyor. Sordum sanki. Şom ağızlı ne olacak...

Doğum günlerimde beni bir nebze olsa ferahlatan tek şey, muayene esnasında doktorun bitirdiğim yaşı yazmasıdır. Çünkü onlar girdiğim yaşı değil, devirdiğim yaşı hesaba katıyorlar. Sağ olsunlar. Hasılı tıp dilinde 57 değil, 56 yaşındayım. Şunun şurasında yaşım yetmiş, işim bitmişe ne kaldı?

Bu aşamadan sonra en iyisi bundan önceki doğum günlerimde olduğu gibi doğum günümü kutlamamak. Böylece bir yaş daha yaşlandım diye üzülmemiş olurum hem de bu ekonomik kriz ortamında masraf etmemiş olurum. Param da cebimde kalır. Sonra bir yaş pasta kaç paradır şimdi? Öyle ya devir hesap devri şimdi...

İyi ki doğmuşum! Yoksa bu sayfayı nasıl dolduracaktım? Rabbim bana ve herkese hayırlı ve bereketli ömürler versin. Ömrümün her bir yılı mizan terazisinin sağına konarak ağırlık yapsın. Solun ekmeğine yağ sürmesin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde