Ana içeriğe atla

Salya Sümük Ne İşin Var Alışverişte? ***


Yaz gelip sıcaklar bastırınca gömlek yerine tişört gitmeyi tercih ederim. Benim bu tercihim eşimin de hoşuna gider. Çünkü gömlek ütülemekten kurtulmuş olur. Üste tişört, altta kumaş pantolon, ayağıma da iskarpin giyer, güneşten korunmak için de başıma bir şapka geçiririm. Son zamanlarda sıcaktan ayaklarımı iyice pişirdiği için ayağıma da bir spor ayakkabısı giymeye başladım.

Bu halimle birkaç arkadaşla birlikte bir yerde otururken yanımdaki arkadaş geçmekte olan birinin kıyafetini mesele edindi. Ne var kıyafetinde dedim. "Üstte penye, altında ise kumaş pantolon var. Bir de spor ayakkabı giyinmiş. Kişi tişört giymeyi tercih etmişse altına kumaş pantolon giyemez. Ancak kot veya keten pantolon giyebilir" dedi. Mübarek sanki beni anlatıyordu. Ben de öyle giyiniyorum. Elde olan bu ise ne yapsın? O da benim gibi ne bulduysa giyinmiş dedim. Gülüştük. Ama içimde bir ukde kaldı. Demek ki tişört, kumaş pantolon bir arada gitmiyormuş, sen iyisi mi tişörtün altına bir keten pantolon al dedim kendi kendime. Öğrenmenin yaşı yokmuş. Bu yaşımda daha neler öğreneceğim neler! Nitekim kravatın da çizgili ve kareli gömleğin üzerine takılmayacağını yıllar sonra öğrenmiştim. Ben sanırdım ki çıplak olma da üzerine ne giyinirsen giyin. Maalesef moda dedikleri böyle değilmiş. 

Baktım eski püskü de olsa birkaç tişörtüm var, yıllar sonra da olsa açık renkte ayağımı serin tutan bir spor ayakkabım var. Kot giyemem ama kendime bir keten pantolon alsam iyi olacak dedim. Bir mağazanın yolunu tuttum. Gittim ama kolay kolay kendime ne yakışır bilemem ki. Yanımda bana şunu al diyecek biri lazım. Bazı zamanlar tek başına kıyafet beğenmek zorunda kaldığımda tezgahtarlardan bu bana yakışır mı diye yardım isterim. Yakışır beyefendi dediklerinde yoksa elinizde kalan bu mu der, muhabbeti ilerletirim. Neyse şimdi yanımda kimse yok. Bayram öncesi bu kalabalıkta bana hiçbir tezgahtar da yardımcı olmaz. Ramazan ramazan yanıma kimi alıp mağazaya gidebilirim?

Ben mağazaya doğru bu düşünceler içerisinde giderken gökte aradığımı yerde buldum. Bir dostum, gireceğim mağazadan çıkıyor. Seni Allah gönderdi, gel bana bir keten pantolon beğenelim dedim, içeri girdik. Önümüze çıkan görevliye keten pantolonların yerini sorduk. Önümüze düşüp reyonu gösterdi. 

Bedenime göre birini aldım, ödeme noktasına geçip sıraya girdim. Fiyatı biraz tuzlu ama olsun, artık herkesin giydiği gibi ben de normal giyinecektim. Sıraya geçtim ama geçtiğime pişman oldum. Çünkü önümdeki hanımefendi grip. Hem de öyle böyle değil. Bir hapşırıyor ki yeri göğü inletiyor, sesi arşı alaya kadar çıkıyor. Birkaç dakika içerisinde kaç defa hapşırdığını sayamadım. Bu hasta haliyle bu kadını bu mağazaya getiren ne ola ki dedim. Önündeki sepete baktım. Birkaç parça bir giyim gözüme çarptı. Kadın hasta ama maşallah alavereden de geri kalmamış dedim. Üstelik çok da yetenekli gördüm kendisini. Kolunda çantası, bir elinde durmadan burnunu silmek zorunda kaldığı, şekilden şekle girmiş peçetesi, diğer elinde ise kulağına tuttuğu telefonu var. Durmadan biriyle konuşuyor. Konuşmasına ara vermesine tek engel ara sıra hapşırmasıydı, bir de burnunu silmesi. 

Ne yapayım ya Rabbim? Kadının arkasına yanaşıp sıraya girsem bayram öncesi şifayı kapmamam mümkün değil. Pantolonu bırakıp gitsem olmaz. Çünkü tezgahtar  alacağım diye üzerine işlem yaptı. Hem nice yıllar sonra bir keten pantolonum oldu, vücuduma uyumlu bir şekilde giyineceğim. İşim de acil. Saat 16.00'da randevum var. En iyisi sıramı kaybetmeden biraz uzağında durayım, belki hastalığı bana satmaz dedim. Planım tıkır tıkır işlerken önümdeki boşluğa iki kişi girmez mi? Kasaya yaklaşırken gençler sıra sizde mi yoksa bende mi dedim. Bizde amca dediler gözümün içine baka baka. Naçar onlardan sonra ödememi yapıp hızlı bir şekilde randevu yerime doğru koşar adım gittim.

Şimdi gelelim hastamıza tekrar. İnsan hasta olamaz mı? Hele grip, her birimizin başına zaman zaman gelir. Böylesi durumlarda zorunlu olmadıkça kalabalıkların içine girmemek lazım. Çünkü grip dediğimiz hastalık bulaşıcı bir hastalık. Kadını market alışverişinde görsem, garibimin kimsesi yok galiba. Mecburen gıda alışverişini yapacak derim. Ama bu yaptığı giyim üzerine bir alışveriş. Çok aciliyet arz etmemesi lazım. Pekala kendine geldikten birkaç gün sonra bu alışverişini yapabilirdi. Ki bayrama daha on gün var. (Olayın geçtiği gün 25/05/2019 Cumartesi)

Senin de mesele edindiğin şeye bak Ramazan? Kadının kahyası mısın? İstediği her şart ve ortamda alışverişini yapabilir.  Hastalık ayakta da geçer ama alışveriş kaçmaz. Sonra kime ne, hele bana ne?

Not: Ben bu yazıyı olayın geçtiği günün akşamında yazdım. Grip olmadım. Hele şükür ki kendimi korumuşum. Bu arada yaz boyunca eşim pantolon ütülemekten de kurtulacak.

***28/05/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde