Ana içeriğe atla

Vatandaşa Bir Dokun, Bin Ah İşit!


İşinden gücünden fırsat bulup çarşı-pazara bir dolaşmaya çıkarsan, bir tanıdığa rastlayıp bir kenar ve köşede laflarsan, insanların dert küpü olduğunu görürsün. Tek suçun ne var, ne yok demek. Hal-hatırdan sonra başlıyor konuşmaya. Yeter ki dokun, bin ah işitirsin. Çözüm mercii olmadığını bile bile vatandaş içini sana boşaltıyor.

Herkesin de derdi farklı farklı. Anlatılanlara göre kiminin çocuğu işe girememiş, kiminin çocuğu kazandığı halde torpili yeterli olmadığı için işe yerleşememiş, kiminin çocuğu mülakatta elenmiş, kimi borç batağı içerisine saplanmış, kimi ekonomik darboğaz içerisinde. Kiminin çocuğu işten çıkarılmış, kimininki içeride.

Kimi siyasetin gidişatını, ekonomik durumu, kimi açıklanan belediye başkanı adaylarını beğenmiyor. Kimi adaylık beklentisi içerisinde. Kimi oğluna kız, kimi de kızına damat arıyor. Kimi çocuklarının okumadığından dem vuruyor.

Önce anlatıyor anlatıyor, ardından sözü haksızlıklar yapıldığına getiriyor.

Gördüğüm kadarıyla herkes kendince bir problemin içerisine belenmiş, debelenip duruyor, çıkamıyor bir türlü. Yine herkes problemi karşıda görüyor, kendisini işin içerisine katmıyor. İşin olmayacak, bir de kafan götürecek dinleyip duracaksın. Sadece dinleyeceksin. Çünkü kimse senden çözüm önermeni beklemiyor. Senden tek istediği kendisini dinlemen. Dinlemenin dışında bir şey beklenmiyorsa iyiymiş falan demeyin. Dinleyen burada dinleye dinleye dert küpü olup çıkıyor. Çünkü senden istenen derdine ortak olman.

Dertsiz insan olmaz. Dert olacak ki insan çözmek için uğraşacak. Gözlemlerine göre 3-yıl öncesine göre insanlar daha bir karamsar. Geriye doğru gittiğimizi düşünüyorlar.

Konuşup içini döken ve bu yol ile rahatlayanların yanında bir de gördüğün zaman fellik fellik kaçan, kaçmıyorsa bile susan ama yüz hattından çok dertli olduğu belli olan içine kapanmış insanlar vardır. Ya sana selam verip uzaklaşıyor, ya görmezden gelerek geçip gidiyor, ya da seninle oturmak zorunda olursa hep susuyor, konuşmuyor. Hal hatır veya bir şey sorsan bana fazla soru sorma dercesine kısa cevaplar veriyor, gözlerini de kaçırıyor. Sen konuştuğun zaman hiç sohbete katılmıyor, sözlerine katılıyorum veya katılmıyorum da demiyor. Bu konu bunu açmadı, başka konu açayım diyorsun. Ona da bir şey demiyor. Böylelerini bedenen yanında ama ruhen uzaklarda olduğunu anlıyorsun hemen. Ruh gibiler anlayacağınız.

Konuşup derdini anlatan ve kafanı ağrıtanları öpüp başına koyasın geliyor içine kapananları görünce. Dertli oldukları ayan-beyan belli olmasına rağmen susmaları hayra alamet değil. Kendilerine de zarar verebilirler, çevresine de.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde