Aybaşı, komşu mezralardaki asil öğretmenler maaşlarını almak
için Konya'ya giderlerken bana da gidelim dediler. Maaşımızı yapan mutemedin
yanına gittik. Mutemet bana "Senin maaşın çalıştıktan sonra yatar,
birinden sonra gel" dedi.
Çıktım dışarıya. Ne yapmalıyım? Eve erzak götürmeliyim.
Çünkü çoluk-çocuk aş bekler benden. Cep yine delik her zamanki gibi! Orta-lise
ve üniversite hayatım Konya'da geçmesine rağmen alışveriş yapıp
yazdırabileceğim bir esnaf da yok. En iyisi fakülteli günlerimde sık sık
gittiğim Ulusan İş Hanındaki çay ocağının girişindeki yiyecek malzemesi satan
esnafa gideyim dedim. Ne de olsa tanışıyoruz. Çünkü bir ay öncesine kadar çay
ocağına girip çıkarken tost vb. alışveriş yapıyor, hal-hatır soruyor, selam
veriyordum. Küçücük dükkanı baba ve oğul birlikte çalıştırıyorlardı. Selam
verdikçe ellerini göğüslerine götürerek derinden ve içten selamlarımı alırlardı
hep. Birbirimizi isimcek bilmesek de simamızı, kim olduğumuzu, nereye girip
çıktığımızı adımız gibi biliyorduk.(adım hocaydı onların nezdinde)
İçeride baba vardı. Selam verdim, ilavesiyle aldı selamımı hacı
amcam. Nereden alışveriş yapacağımı tespit etmiştim ama amca, yazar mısın diye
nasıl diyecektim. Ama mecburdum. Çünkü 75 km gideceğim mezrada bakkal yoktu.
Ayın birine kadar ne yiyip içecektim sonra? Utana sıkıla "Bey amca! Beni
tanıyorsun, ben içerideki çay ocağına sık sık gelir giderdim. Sizden de zaman
zaman ufak tefek bir şeyler alırdım. Ben maaş almaya geldim ama maaşım birinde
yatıyormuş. Alışveriş yapmam lazım. Acaba birine kadar bana veresiye verir
misin" dedim. Demez olaydım! Çünkü az önce meramımı anlatırken “tamam”
diyen bey amca, beni tepeden tırnağa önce bir süzdü ve bana "Olurdu ama
seni tanımıyorum" dedi. Başımdan kaynar sular döküldü sanki o an. Ne
diyeceğimi şaşırdım. Zaten kırmızıyım. İyice kıpkırmızı oldum. Amca nasıl
tanımazsın dedim. Tekrar "tanımıyorum" dedi.
Bu esnada oğlu girdi içeriye. Oğluna dönerek "Sen bu
arkadaşı tanıyor musun, bizden birkaç kalem veresiye alacakmış" dedi.
Bakma sırası oğlundaydı. O da bir güzel süzdü beni. Ardından "Verelim ben
tanıyorum" dedi. Tüm umutlar tükenmişken yeniden bir umut belirdi. Ama çok
sevinemedim. Kalsın, istemiyorum da diyemedim. Mecburen alışverişimi yaptım.
İsmimi yazdırıp uzaklaştım.
Ayın birinde ücretimi alır almaz gelip borçlarını ödedim.
Bir daha da param varken bile alışveriş yapmadım buradan. Şimdi yapmak istesem
de o işyerinin yerinde yeller esiyor zaten. Sanırım baba-oğul işletemedi,
kimseye de devredemedi, kapatıp gittiler.
Nereden estiyse tanımadığım ama tanımadığı halde yazmaya
bile gerek görmeden alışveriş yapmama imkân sağlayan Adanalı küçük esnaf geldi aklıma.
Adam bir görüşte bana güvendi deyip yazımı bitirirken tanıdığım ama beni
tanımazlıktan gelen Konyalı esnaf geldi aklıma. (Adil olmalıydım. Adanalıyı
yazmışsam, Konyalıyı da yazmalıydım.) 18 yıl önceki olay beni yeniden mutlu
ederken 27 yıl önceki olay ise yeniden üzdü. Şu anda güven ve güvensizlikte bir
bir berabereyim anlayacağınız.
Şimdi gitsem yerini bile bulamayacağım bana güvenen esnaf
öyle zannediyorum, işini daha da büyütmüştür. Büyütmediyse de hala ticari
hayata devam ediyordur. Konya'daki ise sırra kadem bastı, görünmüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder