Ana içeriğe atla

Adana'nın Fellahı Bana Güvendi ama Bir Konyalı Güvenmedi (2)


Aybaşı, komşu mezralardaki asil öğretmenler maaşlarını almak için Konya'ya giderlerken bana da gidelim dediler. Maaşımızı yapan mutemedin yanına gittik. Mutemet bana "Senin maaşın çalıştıktan sonra yatar, birinden sonra gel" dedi.

Çıktım dışarıya. Ne yapmalıyım? Eve erzak götürmeliyim. Çünkü çoluk-çocuk aş bekler benden. Cep yine delik her zamanki gibi! Orta-lise ve üniversite hayatım Konya'da geçmesine rağmen alışveriş yapıp yazdırabileceğim bir esnaf da yok. En iyisi fakülteli günlerimde sık sık gittiğim Ulusan İş Hanındaki çay ocağının girişindeki yiyecek malzemesi satan esnafa gideyim dedim. Ne de olsa tanışıyoruz. Çünkü bir ay öncesine kadar çay ocağına girip çıkarken tost vb. alışveriş yapıyor, hal-hatır soruyor, selam veriyordum. Küçücük dükkanı baba ve oğul birlikte çalıştırıyorlardı. Selam verdikçe ellerini göğüslerine götürerek derinden ve içten selamlarımı alırlardı hep. Birbirimizi isimcek bilmesek de simamızı, kim olduğumuzu, nereye girip çıktığımızı adımız gibi biliyorduk.(adım hocaydı onların nezdinde)

İçeride baba vardı. Selam verdim, ilavesiyle aldı selamımı hacı amcam. Nereden alışveriş yapacağımı tespit etmiştim ama amca, yazar mısın diye nasıl diyecektim. Ama mecburdum. Çünkü 75 km gideceğim mezrada bakkal yoktu. Ayın birine kadar ne yiyip içecektim sonra? Utana sıkıla "Bey amca! Beni tanıyorsun, ben içerideki çay ocağına sık sık gelir giderdim. Sizden de zaman zaman ufak tefek bir şeyler alırdım. Ben maaş almaya geldim ama maaşım birinde yatıyormuş. Alışveriş yapmam lazım. Acaba birine kadar bana veresiye verir misin" dedim. Demez olaydım! Çünkü az önce meramımı anlatırken “tamam” diyen bey amca, beni tepeden tırnağa önce bir süzdü ve bana "Olurdu ama seni tanımıyorum" dedi. Başımdan kaynar sular döküldü sanki o an. Ne diyeceğimi şaşırdım. Zaten kırmızıyım. İyice kıpkırmızı oldum. Amca nasıl tanımazsın dedim. Tekrar "tanımıyorum" dedi. 

Bu esnada oğlu girdi içeriye. Oğluna dönerek "Sen bu arkadaşı tanıyor musun, bizden birkaç kalem veresiye alacakmış" dedi. Bakma sırası oğlundaydı. O da bir güzel süzdü beni. Ardından "Verelim ben tanıyorum" dedi. Tüm umutlar tükenmişken yeniden bir umut belirdi. Ama çok sevinemedim. Kalsın, istemiyorum da diyemedim. Mecburen alışverişimi yaptım. İsmimi yazdırıp uzaklaştım. 

Ayın birinde ücretimi alır almaz gelip borçlarını ödedim. Bir daha da param varken bile alışveriş yapmadım buradan. Şimdi yapmak istesem de o işyerinin yerinde yeller esiyor zaten. Sanırım baba-oğul işletemedi, kimseye de devredemedi, kapatıp gittiler.

Nereden estiyse tanımadığım ama tanımadığı halde yazmaya bile gerek görmeden alışveriş yapmama imkân sağlayan Adanalı küçük esnaf geldi aklıma. Adam  bir görüşte bana güvendi deyip yazımı bitirirken tanıdığım ama beni tanımazlıktan gelen Konyalı esnaf geldi aklıma. (Adil olmalıydım. Adanalıyı yazmışsam, Konyalıyı da yazmalıydım.) 18 yıl önceki olay beni yeniden mutlu ederken 27 yıl önceki olay ise yeniden üzdü. Şu anda güven ve güvensizlikte bir bir berabereyim anlayacağınız.

Şimdi gitsem yerini bile bulamayacağım bana güvenen esnaf öyle zannediyorum, işini daha da büyütmüştür. Büyütmediyse de hala ticari hayata devam ediyordur. Konya'daki ise sırra kadem bastı, görünmüyor.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde