Ana içeriğe atla

Soğan *


Hani şu doğrarken gözlerimizi yaşartan, yerken ağzımıza acı veren, acısından burnumuzu akıtan, verdiği acıdan dolayı iştahımızı açan, ardından hıncımızı daha fazla yemek yiyerek yemekten aldıran, sayesinde midemize eziyet ettiren, salataların içinde yer alan, pişirilen yemeklerin çoğu onsuz olmayan, mutfağın vazgeçilmez yiyeceği olan, yerin bitirdiği bir nimet var: Bunca özelliğini söyledim. Sanırım anladınız. Soğandan bahsediyorum. 

Fiyat yönünden zirvede. Piyasa ve pazarlarda yok satıyor.  Kışın zam şampiyonu. Tadı ağzımızı acıtırken fiyatı da cebimizi yakmaya devam ediyor. 

Hükümet, soğanın ateşini düşürmek için stokçuluk yapılıyor açıklamasını yaptı. Ardından birçok yerlere baskın yaptı. Stok yapılan tonlarca soğanı buldu ve piyasaya sürdü. TV ekranlarında saklanan soğanları  haber olarak gördükçe bundan sonra soğanın fiyatı düşer dedik. Günler, haftalar geçti. Nedense soğanın ateşi sönmedi, hâlâ zirvedeki saltanatını sürdürüyor, zirveyi de kimseye bırakmıyor. Semt pazarlarında doğru dürüst soğan yok. Tek tük varsa da tohumluk soğan diyebileceğimiz küçücük soğanın kilosu 3.5, orta büyüklükte biraz irisi 4 lira. Pazardaki diğer ürünlere farklı farklı fiyatlar çekilirken soğanın fiyatı tekel maddesi gibi standart. Farklı kuyumculardan altının gramına çeşitli fiyatlar verilirken soğanın fiyatı tek fiyat. (Bu benim gördüğüm pazardaki fiyatı. Bir de market veya manavlara soğan almak için gitsem göreceğim fiyat herhalde dudaklarımı uçuklatırdı.)

Fiyatların yükselmesinden üretici kazansa hiç gam yemeyeceğim. Alın terlerleridir, helâli-hoş olsun derim. Ama üretici kazanmıyor maalesef. 

Ne iş, nasıl iş, neler dönüyor anlayabilene aşk olsun. Hangi ürün olursa olsun, bir bakmışsın ki silah olarak kullanılıyor. Bir zaman pirinçte, sonra kırmızı mercimekte, ardından kırmızı ette aynı oyun oynandı. Fiyatlar uçuverdi birden. Kolay kolay da inmedi uzun süre.

Artık serbest piyasa diye bir şeye inanmıyorum. İpimiz paraya doymaz  birkaç kodamanın elinde. Onlar işini biliyor. Hasat zamanı borçlu üreticinin elindeki  ürünü burun kıvırarak yok pahasına satın alıyorlar, bir güzel stokluyorlar, tüm ürün ellerine geçince piyasaya yeterince ürün sevk etmiyorlar. Bir bakmışsın ki istedikleri ürün tavan yapmış. Vatandaşın cebi yanarken onlar keyif çatıyor hep. Zaten istedikleri de bu idi. Ne diyelim? Bunların gözlerini toprak doyursun.

Bazı ürünlerde fiyatlar bu şekil suni olarak yükseltildiğinde devlet hemen ithalat silahına sarılır. "Şu ürüne ithalat izni verilecek" açıklaması yapar yapmaz ürünün fiyatı gözle görülür bir şekilde düşmeye başlar. Devlet elindeki bu kozu niçin soğanda kullanmıyor, ne bekliyor?  Anlamış değilim.

* 19/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde