Ana içeriğe atla

Adana'nın Bir Fellahı* Bana Güvendi ama Etli Etmek Kafalı* Bir Konyalı Güvenmedi (1)

2002-2005 arası yıllarımı Adana'da geçirdim. Çocukların giyimle ilgili bir ihtiyacını almak için Çakmak Plazada tanımadığım ve daha önce alışveriş yapmadığım küçük bir esnaf dükkânına girdim. Cebimde param yoktu ama tapu gibi kredi kartım vardı. Çektirip borçlanıyorsun. Bir ay sonrasında ödüyorsun. 

Alacağımız fazla tutmadı. Yanlış hatırlamıyorsam 7 milyon lira idi ödemem gereken miktar.  (paradan altı sıfır atılmamıştı) Esnaf aldıklarımı poşete koydu, bana uzattı. Ben de buradan alır mısın diye kredi kartımı uzattım. "Bizde post cihazı yok, kullanmıyoruz" dedi. Buyur buradan yak şimdi! Kredi kartımın kredisi yoktu burada. Adam bir güzel poşete de koymuştu. Ama bende nakit yok, o zaman aldığım kalsın dedim, bıraktım tezgahın üzerine. Esnaf "Al götür, güle güle kullanın, sonra verirsin" demez mi? Olur mu öyle! Siz beni tanımıyorsunuz. İsmimi, cismimi bilmiyorsunuz. Çıktığım gibi arkama bakmadan giderim, bir daha da uğramam dedim. Gülerek "Sen getirirsin, götür git, ben insan sarrafıyım" dedi ısrarla. Adımı bari yaz bir kenara dedim. "Yazmaya gerek yok, siz getirirsiniz, getirmeseniz de canınız sağ olsun" dedi.

Çıktım dükkândan. Bende bir sevinç bir sevinç! Mutluluğuma diyecek yoktu. Niçin sevinmeyeyim ki? Tanış olmadığım bir esnaf bana güvenmişti. Az önce üzerimde nakit yok derken duyduğum mahcubiyet, yerini anlatılmaz bir sevince bırakmıştı. 

Maaş gününü iple çektim. Bir an evvel gelsin ki şu bana güvenen adama olan borcumu bekletmeden, bir an önce vereyim dedim. Maaş günü yakındı zaten. Maaşımı alır almaz çarşıda başka işim olmamasına rağmen bindim dolmuşa. Gidip esnafa olan borcumu ödedim. Nasıl ödemem? Belki de bana güvenen ilk kişiydi.
*
Yıl 1991. Fakülteyi yeni bitirdim. Ankara'da  öğretmen olmak için girdiğim yeterlilik sınavında 159.yedeğim. 200 kontenjanın verildiği bu sınavı asil olarak kazanan arkadaşlarım görevlerine başladı. Ben beklemedeyim. Yedeklerden atanıp atanmayacağım belli değil. Bekleyeyim ama nereye kadar? Evli ve üç çocuk babasıyım.

Bir arkadaşın akıl vermesiyle Karatay ilçe Milli Eğitim Müdürlüğünde ihtiyaç olan vekil öğretmenliğe müracaat ettim. Herkes gibi beni de sözlü mülakata aldılar. (Bugün mülakatla öğretmen alınıyor diyenlere duyurulur. Mülakat eskiden beri bizim genlerimizde varmış. Mülakatta da bana vekil öğretmenliğe müracaat et diye akıl veren arkadaşın babası Hüseyin Amca referans olmuştu.) Mülakat sonucuma  göre Konya'ya 75 km mesafedeki Kemerli Kolca mezrasına müdür yetkili vekil öğretmen olarak görevlendirildim. Tası-tarağı toplayıp gittim oraya. (Devam edecek)

*Halk arasında Adanalı için fellah, Konyalı için de etli ekmek kafalı dendiği için bu tabiri kullandım. Hakaret kastım yok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde