Ana içeriğe atla

Celalettin Rûmî Kimdir? Ne Kadar Tanıyoruz?

Bu ülkenin sorunu çok. Saymakla bitmez. Bir tanesi de ölmüş-gitmiş, tarihe mal olmuş şahsiyetler. Yaşayan bizlerin kutuplaşmaya varan sorunları ölmüşler üzerinde de devam ediyor. Aynı kavgayı II. Abdülhamit, Vahdettin, Mehmet Akif, Said-i Nursi, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel ve benzerlerinin üzerinden devam ettiriyoruz. Kimimize göre bunlar birer hain, kimimize göre birer kahraman.  Aşırı nefret edenlerle, göklere çıkaranlar yüzünden bunları ve kimseyi olduğu gibi tanımıyoruz. Çünkü taraflar hep kendi penceresinden anlattı bunları. Kendilerinin tanıdığı veya tanımak istedikleri şekliyle tanıttılar bizlere. Bunlardan biri de Celalettin Rumi. 

Selçuklular döneminde yaşamış, bugün Konya ile özdeşleşmiş, bu şahsiyet kimimize göre Moğallarla anlaşmış bir işbirlikçi, meşhur eseri Mesnevi'sinde  ağza alınmayacak müstehcen hikayelere yer vermiş, eserini Kur'an'dan daha üstün gören, oğlu Alaaddin'i ve Nasrettin Tusi'yi Moğallar'a öldürten vs biri; kimine göre Anadolu'nın manevi mimarlarından, dine hizmet etmiş, çevresini aydınlatmış, ülkemize önemli eserler kazandırmış, hoşgörü sahibi bir Allah dostu. Eserlerinde yer verdiği müstehcen hikayeler hikmetlerle dolu, yazdığı her beytte derin manalar var. Mutasavvıf, postnişin ve Mevleviliğin kurucusu önemli bir şahsiyet.

Bu iki zıt anlayışa göre Celalettin Rumi'yi tanı da göreyim. Ne mümkün? Birinin ak dediğine, diğeri kara diyor. İşin ehli olduğunu söyleyenlerden bir kesim Celalettin Rumi'yi yerin dibine batırırken diğer kesim göklere çıkarıyor. İş bununla kalsa iyi. Durum bu olunca halk arasında öyle inanışlar dolaşmaya başlıyor ki dudağın uçuklar: "Mevlana türbesini ziyaret eden yarım hac sevabı alır", "Mevlana sayesinde Konya'ya bir şey olmaz. Zira Mevlana koruyor bu beldeyi", "Hz Pir'in huzuruna gidiyorum", "Bir savaş olduğunda türbedeki yatırlar mezarlarından kalkıyor, yerin altından geçip Alaaddin Tepesinden çıkarak savaşmaya gidiyorlar" gibi efsaneler de yok değil.

Gerçekten kimdir bu Celalettin Rumi? Ne kadar tanıyoruz? Bu kişiyi olduğu gibi tanıyamayacak mıyız? Tanımıyoruz gayri belli. İki zıt kutup, arasında anlaşmadan yakın zamanda çok tanınacak gibi görünmüyor. Çok bekleriz daha.

Aramızdaki bu zıtlıklar devam ettiği müddetçe oluşturduğumuz dezenformasyon sayesinde ölüler üzerinden kavgaya devam edeceğiz. Ne diyelim? Allah bizim hayrımızı versin.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde