Ana içeriğe atla

Teşekkür Belediyeciliği ***


—Üstadım! Nerede bir koltuk boşalsa -ilgi alanına girsin veya girmesin- bakıyorum oraya göz kırpıyor, büyük bir beklenti içerisine giriyorsun. Kendini tüm koltuklara layık mı görüyorsun yoksa sendeki bitmez tükenmez bir koltuk hırsı mı?
—Teessüf ederim. Ülkeme hizmetten başka bir düşüncem yok.
—Ülkeye hizmet illaki bir koltukla olmaz. Elinden gelen bir şey varsa mevcut pozisyonunla da yapabilirsin.
—İyi de hizmet yaparken altımda bir de koltuk olsa fena mı olur?
—Olurdu olmaya da kendi alanında bir koltuk istesen eh diyeceğim. Ama sen Diyanet İşleri Başkanlığı boşalır; oraya göz kırpıyorsun, Milli Takım Teknik Direktörlüğü veya bir kulübün hocası istifa etse hemen bir beklentiye giriyorsun. Kah bakan veya yardımcısı, kah vekil, kah Cumhurbaşkanı olmaya kalkıyorsun. Şimdi de sırada belediye başkanı olmayı düşünüyorsun. Yarın nerelere göz kırpacaksın Allah bilir!
—İsteyemez miyim? Sonra benim olanlardan ne eksiğim var?
—Tamam kardeşim, anladım. Bu göz kırptığın koltuklar birbirine zıt yerler. Haydi ilahiyatçısın, DİB başkanlığı olabilir diyeceğim. Teknik heyete soyunmaya ne diyelim?
—Ayıp oluyor ama! Belki de en kolayı teknik hoca olmak. Yönetime bir liste verirsin: Ben şunları şunları istemem, şu futbolcuların alınmasını istiyorum dersin. Almazlarsa istediğim futbolcular alınmadı der, maaşımı alır, işime bakarım. Dediğim mevkilere istediğim futbolcu alınır da başarı gelmezse takımın kondisyon eksikliği var, zaman gerek derim. Kulübün istediği başarı bir türlü gelmez ise kulüp yönetimi anlaşmayı tek taraflı feshedebilir. Onlara niye böyle yaptınız demem ve gücenmem. Ben işime son verildikten sonra mukavele gereği alacağımı yattığım yerden yine almaya devam ederim. 
—Pes doğrusu! Pekiyi siyasetten anlıyor musun? Mesela belediye başkanlığından. Senin o göz kırptığın koca belediyeyi yönetmeyi sen çocuk oyuncağı mı sanıyorsun?
—Haksızlık yapıyorsun ama! Ben öyle büyükşehir istemiyorum. Bana büyükşehir olan bir ilin bir ilçe belediye başkanlığı da olsa yeter. Zira orada da koltuk var.
—Diyelim ki koca şehrin bir ilçesinin belediye başkanı oldun. Yeni büyükşehir yasasıyla birlikte sorumluluk hep büyükşehirde. Küçük belediyenin doğru dürüst imkanları yok. Nasıl hizmet edeceksin vatandaşa?
—İşte ben de tam bu yüzden istiyorum ilçe belediyesini. Nasılsa çöpün dışında ilçenin hemen hemen tüm yük ve sorumluluğu büyükşehirde. Anlayacağın bana pek iş kalmayacak.
—Ama vatandaş daha bu yasaya pek alışmadı. Senden bekler tüm hizmeti. Bu durumda ne yapacaksın?
—Bundan kolay ne var? Kim ne isterse efendim bu iş büyükşehrin uhdesinde diyeceğim.
—Pekiyi sen ne yapacaksın orada? Seni vatandaş niye seçecek bu durumda?
—Öyle deme! Bulurum elbet kendime bir iş.
—Mesela?
—Çöp benim sorumluluğumda olacak biliyorsun. Çöp deyip de geçme! Her işi üzerine alan büyükşehir çöpü niye almaz? Demek ki zor bir iş! Bir an için ilçenin çöplerinin toplanmadığını düşün. İlçe kokudan geçilmez. Demek ki sorumluluğumda olacak temizlik işi önemli.
—Her işi yapan büyükşehir çöpü niye almaz? Bunu anlayamadım ama haydi diyelim ki çöp önemli. Çöpün dışında ne iş yapacaksın?
—Öyle deme, kırılıyorum bak! Geri kalan zaman diliminde düğün, cenaze ziyaretleri yaparım, pazar yerlerini gezer, pazarcı esnafıyla iç içe olurum. 
—İyi de bir beş sene böyle geçer mi?
—Teşekkür belediyeciliği yapacağım.
—Nasıl yani? Üstüme iyilik sağlık! Bu da yeni mi çıktı? Nedir teşekkür belediyeciliği?
—Efendim! Az önce çöpün dışında her şey büyükşehrin sorumluluğunda, o yapacak dedik ya!
—Evet o yapacak. Sen?
—Büyükşehir yapacak, ben ona sosyal medya üzerinden teşekkür edeceğim. Mesela mezarlıkların otunu yoldurdu, ben "İlçe mezarlığımızın otunu yolan büyükşehir belediye başkanımız falana çok teşekkür ediyorum" diyeceğim. Yol mu yaptı? Teşekkür! Park ve bahçe mi yaptı? Kilitli taş mı döşedi? Teşekkür! İlçemizi ziyaret mi etti? Teşekkür! Hasılı ilçem için yapılan her hizmet için durmadan sosyal medya üzerinden teşekkür paylaşımı yapacağım. Kısaca benim teşekkür belediyeciliğim budur.
—Bunlar zaten kanunla belediyeye verilmiş bir görev değil mi? Bu durumda neyin teşekkürünü yapacaksın?
—Şimdi olmadı. Yapılan bir iyiliğe teşekkür etmeyecek kadar nankör değilim. O yapacak, ben teşekkür edeceğim.
—Bunun için seni orada tutmaya gerek var mı? Ne diye sana bir makam veriliyor, altına bir koltuk konuyor, ne diye başkan seçiliyor? Bu devletin yaptığı iş mi?
—Doğrusunu istersen bundan ben de pek bir şey anlamadım. Ama devlet büyükşehir olan belediyelerin ilçe belediyelerini durduruyor ve buralarda hala seçim yapıyorsa vardır bir bildiği. Hikmetinden sual olur mu?
—Şey?
—Ne buyurdunuz?
—Acaba ben de böyle bir belediyede başkanlık düşünsem mi diyorum?
— Durduğun hata! Zaten bir sen, bir ben kaldık aday olmayan.

*** 04/12/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde