Ana içeriğe atla

Önceliğimiz Ne Olmalı?****


İnsanoğlunun rahat ve kolay bir hayat sürmek için öncelikleri vardır. Kişiden kişiye bu öncelikler değişse de genelde insanoğlu atım-arabam olsun, evim-barkım olsun; gezeyim tozayım, kimseye ve hiçbir şeye muhtaçlığım olmasın, kimseye bağlı olmadan özgür bir şekilde yaşayayım, isteklerimi zamana yaymadan bir an evvel halledeyim çabası içerisindedir. Aslında tüm çaba ve gayret mutlu ve huzurlu bir hayat sürmek içindir.

Diyelim ki kafamıza koyduğumuz tüm isteklerimiz gerçekleşti. Sonuç? Mutlu olabiliyor muyuz? İnsanoğlu olarak her yolu denesek de maalesef bir türlü mutlu olamıyoruz. Olsak da geçici oluyor. Çünkü bir müddet sonra çekip gidiyor bu mutluluk. Tıpkı yalancı bahar gibi. Tüm isteklerimizi elde edip düze çıkınca içimizde hala bir eksiklik hissederiz. Nasıl olur? Ne eksiğimiz kaldı ki? Her şeyimizi elde ettik. Hissettiğimiz eksikliğin huzur ve mutluluk olduğunu nice sonra anlarız. Halbuki tüm çaba ve gayretimiz rahata kavuşmak suretiyle huzur ve mutluluk değil miydi? İsteklerimiz gerçekleşince bu da arkasından gelir diye düşündük hep. Ama gelmiyor bir türlü. Çünkü mala-mülke, ata-arabaya, eve-barka, paraya-pula sahip olmak tek başına mesut ve bahtiyar olmak için yeterli değildir. Şayet öyle olsaydı tüm zenginlerin sürekli mutlu, huzurlu ve hiçbir dertlerinin olmaması gerekirdi.

Bana göre tüm bunların arkasında yatan sebep beklentilerimizdir. Bu beklentiler farklı farklı olabilir: Ayağımızı yorganımıza uzatmadan çıtayı yüksek tutmak, imkânı olan başkalarından beklenti içerisine girmek, isteklerimizin gerçekleşmesi için gece-gündüz kendimizi şartlandırmak, elde etmek istediğimizle yatıp kalkmak, olmamasını dert edinmek gibi durumlar mutsuzluğumuzu tetikleyen sebepler olabilir diye düşünüyorum. Olanı kabullenemiyor, mevcut halimize şükredemiyor, olmayan şartlarımızı zorluyoruz. İstek ve beklentilerimizin olması için çırpındıkça sıkıntıya giriyor, dert sahibi oluyor, tabir yerindeyse insan kılığından çıkıyoruz. 

Çalışıp kazanmak güzeldir ve olması gerekendir. Çünkü  çabalamazsak bir başkasına muhtaç oluruz. Ama doğal akışı içerisinde tabiatı zorlamamak lazım. Biz çoğu zaman küpe girmeden sirke olmaya kalkıyoruz. İsteğimiz hemen olsun istiyoruz. Bunun için boyumuzdan büyük borcun altına giriyor, gerekirse kredi çekiyoruz. Kendimizi gerdikçe geriyoruz. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmadan zamana yaymadan iyi bir hesap ve kitap yapmadan kalkıştığımız borç yükünün altında eziliyoruz.

Kanaatime göre rahat ve konforlu bir hayat sürmek için yine mutlaka hedeflerimiz olmalı. Ama bir an evvel rahat edeceğiz diye huzurumuzu kaçırabiliriz. Önceliğimiz huzurumuz olmalı. İnsan az ile mutlu olabildiği gibi çok ile mutlu olamayabilir. Belki de kişinin mutluluğu azdadır. Çünkü variyet kişiyi azdırabilir ve şımartabilir de. En iyisi huzurumuzu kaçıracak yüklerin altına girmemektir. Yoksa üç günlük dünyada hayat burnumuzdan fitil fitil getirir.

**** 10 Kasım 2018'de haberladik.com sitesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde