Ana içeriğe atla

Hz Muhammed’e Gerçek Sevgimizi Göstermenin Yolu ***

Mevlid-i Nebi dolayısıyla "Alemlere rahmet olarak gönderilen" Hz Muhammed'i dün gece bir kez daha andık, milletçe hayırla yad ettik. Gerçi bir günlük değil onu anmamız. Her daim anıyoruz desem mübalağa etmiş olmam.

Güya soyu kesilecek, adı-sanı duyulmayacak, unutulup gidecekti. Bu yüzden kendisine ebter denmişti. Ona ebter diyenlerin Kevser süresinde olduğu gibi soyları kesildi, adları ve sanları unutuldu. Ebu Cehil ve Ebu Lehep gibi unutulmayanları varsa da hayırla yad edilmiyorlar bugün.

Asırlar geçmesine rağmen onu her daim, her vesileyle hayırla anmaya devam ediyoruz. Bitmez tükenmez bir sevgidir ona beslediğimiz. Dün andık, bugün de anıyoruz, yarınlarda da anmaya devam edeceğiz. Çünkü hayatımızın bir parçasıdır o. "Yer ve gök ehli tarafından övülmüş" anlamına gelen Muhammed ismi geçtiğinde hemen elimizi kalbimize götürerek ona destek anlamında salavat getiririz. Çocuklarımıza onun isimleri olan Ahmet, Muhammed, Mustafa, Mahmut isimlerini veririz. Muhammed ile aynı kökten ve aynı anlama gelen Mehmet ismini de biz bulmuşuz. Askerimize Muhammed'in ordusu anlamında Mehmetçik adını vermişiz. Yine asker ocağını peygamber ocağı kabul ederiz.

Günde beş vakit minarelerimizden yükselen ezanda onun adına yer veririz. Namazda Tahiyyat duasını olurken ona selam verir, ona dua ederiz. Okuduğu Kur'an'ı okur, onu anlamaya ve yaşantımızda uygulamaya çabalarız. Onun yaptıklarını sünnet kabul eder, hayatımıza tatbik ederiz. Sözlerini emir telakki ederiz. Çünkü O, hevasından konuşan biri değildir.

Onu övmek, onu anmak ve ona olan duygularımızı anlatmak amacıyla adına naat dediğimiz bir nazım türü edebiyatımızda yerini almıştır.

Hz Muhammed’i anarken anma programları düzenlerken amacımız onun yolundan gitmektir. Çünkü o bizim için en güzel örnektir. Ama bu kadar sevdiğimiz ve sürekli andığımız kişinin yolundan tam gidebildiğimiz söylenebilir mi? Anmada sorunumuz yok ama onun izinden gitmede sorunumuz var. Özellikle onun ahlakını kendi hayatımıza tatbik etmede çelişkiler yaşıyoruz.

Bu vesileyle bugünkü hali pürmelalimizi bir kıyaslayalım diye onun hayatından bizim için olmazsa olmaz birkaç ahlaki ilkelerinden örnek vermek istiyorum:
Zayıf ve güçsüzlerin korunması, onların can ve mal emniyetinin sağlanması ve zulmün önlenmesi amacıyla genç yaştayken altına imzasını attığı Erdemliler Sözleşmesi, “Suç işleyen kızım Fatıma da olsa cezasını veririm” demesi adil olmasına bir örnektir. Bugün kaçımız mağdur ve mazlumun safında yer alıyor ve suç işleyen çocuğumuzu adalete kendi elimizle teslim ediyoruz? Kabe Hakemliğini tereyağından kıl çeker gibi halletmesi, ölümle burun buruna geldiği bir anda kendisine emanet edilen kıymetli eşyaları sahiplerine vermesi çevresine güven telkin ettiğinin bir göstergesidir. Kaçımız bizi öldürmeye gelenin malını-mülkünü kendisine vermeye çalışırız? Hicret esnasında kendisine kılavuzluk yapsın diye paralı tuttuğu kılavuzu Abdullah bin Uraykıt bir müşrik idi. Ben müşrikle iş tutmam demedi. İşinin ehli olduğu için Abdullah’ı seçti. Kaçımız bir yere birini alacağımızda o işin en iyisini bulmaya çalışırız?

Sayfamın darlığı dolayısıyla burada sadece adalet, güvenilir ve işi ehline verme ahlaki özelliklerine yer verebildim. Diğer örneklikleri saymakla bitmez. Biz hepsini değil, sadece bu üç özelliğini hayatımıza düstur edinsek dünyada herkesin parmakla gösterdiği örnek bir toplum oluruz. Kendimiz dönüştüğümüz gibi dünyayı da dönüştürürüz.

Bence peygamberi sevmek onu sadece anmak değildir, sadece salavat getirmek değildir. Ahlakı Kur’an olan ahlakını ne zaman ki hayatımıza tatbik ederiz; işte gerçek sevgi, gerçek anma o zaman olur. Onun yolundan gitmeyi Allah hepimize nasip etsin.



*** 20/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.




















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde