21 Ekim 2018 Pazar

Ürküttüğümüz Kurbağaya Değse Bari!

İnsanın iki tür kaderi var: Kendi eliyle yapıp ettiği kaderi, diğeri de kendi iradesiyle dışında oluşan kaderi. Hangi anne ve babadan doğacağım, rengimin ne olacağı, hangi millet ve milliyetten olacağım benim iradem dışında gelişen bir kaderimdir.

Türkiye sınırları içerisinde Ahmet ile Hatice'den doğan ben, Türkoğlu Türküm. Aslımı asla inkar etmem. Zaten aslını inkar eden haram zadedir. Türk olduğumu söylemekten asla gocunmam. Mazlumların sesi olacak, ülkeme ve dünyaya adalet başta olmak üzere tüm insani ve ahlaki ilkelerde öncü olacak güçlü bir devletim olsun isterim. Ülkemin ve milletimin kalkınması için elimden gelen gayreti göstermeye çalışırım. Bu yönümle kendimi milliyetçi görürüm. Türk olmam benim için ne bir övünç kaynağıdır ne de yergi sebebidir. Bir başkasını da ırkından dolayı yermem. Kendi ırkımı veya bir başka ırkı yekdiğerine üstün görmem. Çünkü milliyetim benim irademle oluşmuş değildir. Allah vergisidir. Pekâlâ, başkalarını Arap, İngiliz, Ermeni, Rum, Kürt, Çingene vs bir başka ırktan yarattığı gibi beni de bir başka ırktan var edebilirdi. Rab Teala farklı kavimlerden yaratılmamızı birbirimizle tanışmamız için olduğunu, Allah katında esas üstünlüğün sorumluluk bilinciyle oluşacağını Hücurat süresinde açıklar.

Bu kısa açıklamadan sonra konuyu Andımıza getirmek istiyorum. Malumunuz ilk ve ortaokullarda derse girmeden önce öğrenciler tarafından okunan Andımız beş sene öncesinde Yönetmelikten çıkarılmıştı. Danıştay 8.Dairesi kaldırılan bu madde hakkında iptal kararı verince bu karar üzerinden son günlerde Andımız okunsun/okunmasın tartışması başladı. Anladığım MEB farklı bir düzenleme yapmaz ise Andımız yeniden okunmaya başlanacak.

Burada Andımız'ın kaldırılması yanlıştı, Danıştay'ın verdiği iptal kararı yerinde ve okunması gerekir tartışmalarına girecek değilim. Andımız -okunur veya okunmaz- içeriğinde tüm halkımızda olması gereken güzel değerler var: Doğruluk, çalışkanlık... yurdumu, milletimi özümden çok sevmek, yükselmek, gibi. Bunlar her hâlükârda çocuklarımıza işlenmesi gerekir. Fakat metnin içerisinde -olmayan- birlik ve beraberliğimize halel getirecek -olmayan- barış ortamına zarar verebilecek kelime veya yargılar var. Mesela “Türküm…Ne mutlu Türküm diyene!” gibi.

Aranızdan ne var bunda? Biz Türk değil miyiz? Türklüğümüzden utanacak mıyız? Göğsümüzü gere gere “Ne Mutlu Türküm diyene” diyemeyecek miyiz gibi eleştiri getirecekler çıkacaktır. Andımızdaki bu ibareleri gören bazı kimseler şimdiden “Ne mutlu Müslümanım diyene demeye başladı bile! Haydi bunu da geçtim, Türkiye tamamen Türklerden oluşmuyor. İçimizde Suriyeli var, yüzyıllardır bizimle birlikte yaşayan Kürtler var, Afgan var, Somalili vs var. Bunların okulları ayrı değil, hepsi Türklerle beraber aynı okullarda okuyor. Sınıflarımızda farklı ırklarda çocuklar eğitim ve öğretim görüyor. Andımızı söylerken Türk olmayan kişiler “Türküm” diye başlayacak, “Ne mutlu Türküm diyene” diye bitirecek. Bunları kenara alıp siz söylemeyeceksiniz, zira siz Türk değilsiniz mi diyeceğiz? Haydi söylediler. Bu söyleyiş içten olacak mı? Arkadaşlarının içinde bunlar kendilerini dışlanmış hissetmeyecekler mi? Söylemeleri konusunda kendilerine baskı yapılmayacak mı?

“Burada kastedilen Türk bir ırkı ifade etmiyor, vatandaşlık kastediyor” denebilir. Biz böyle desek de bunu bu şekilde olduğunu kabul etmeyen ve bizi asimile edecekler diyen milyonlar var bu ülkede. Bana göre bu sözler pamuk ipliğine bağlı birlik ve beraberliğimize katkı sağlamaz. Ürküteceğimiz kurbağaya değmez. Ayrıca burada maksat çocuklarımıza güzel değer ve ilkeleri aşılamak ise bunu başka türlü yapalım derim. Sonra bu değerlere sadece çocukların değil hepimizin ihtiyacı var. Eğer bu değerler okumakla kazandırılacaksa bunu tüm kamu-özel her kurum ve kuruluşta günlük büyüklerimiz de söylemelidir. Söylemekle kalmayalım, hayatımızın her safhasında bunu uygulayalım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder