Ana içeriğe atla

Bir Baba Düşünün ki...

Hangi bir baba evladı için bir şey yapmaz. Yemez yedirir; giymez giydirir; saçını süperge eder. O yüzden babanın hakkı ödenmez, tıpkı annenin hakkının ödenmediği gibi. Devlet de böyledir bizde.

Nasıl ki bir baba, evladının okumasından tutun da iş sahibi olmasına, mal-mülk edinmesine varıncaya kadar çocuklarına açık çek verir, onların huzur ve mutluluğu için çırpınır durur.

Çocukları için didinen ve onlara çok şey veren baba, her takdiri hak etmiştir. Evlat da bunu kabul eder ve minnet duyar devamlı. Çünkü başının tacıdır. Ama bu baba, bir müddet sonra durmadan yaptığını sayar, evlatlarını kadir kıymet bilmemekle suçlamaya, onları nankörlükle itham etmeye kalkar, durmadan başa kakar, "Ben olmasaydım siz bunların hiçbirini göremezdiniz, o yüzden benim değerimi bilin, beni takdir etmez, el üstünde tutmazsanız bilin ki benden sonrası tufandır" der durursa, evladı; yaptıysan yaptın, söyleyip durma, bu kadar da başa kakılmaz, yetti gayri" demeye başlar. Çünkü evlat rahata alışmış, babası marifetiyle hizmetin her türlüsünü görmüş, doyuma ulaşmıştır: Toktur. Toku doyurmak zordur. Tok yeni ve farklı şeyler ister. Eski yapılanların temcit pilavı gibi önüne ısıtılıp ısıtılıp konmasını istemez. Çünkü hedef yükseltilmiştir. Kardeşler arasında adil davranılsın, hakça paylaşım olsun, değer verilsin ister. Her şeye olur olmaz kızmasın, bağırıp çağırmasın, benim onurum her şeyin üstündedir" demeye başlar. İşte bu an, babanın kaybetmeye, gözden düşmeye başladığı andır.

Eskiden baba ile evladı arasında bir gönül köprüsü oluşmuşken babanın kendini yenileyememesi, tekerleme gibi kendini tekrarlamaya başlaması, evladın da bitmez tükenmez istekleri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaya devam ederse baba ile evladı arasındaki gönül köprüsü yıkılır. Birbirine karşı körler ve sağırlara oynamaya başlar. Aralarında aşılmaz bir duvar vardır artık. Ne baba evladını anlar, ne de evlat babasını. Bu durumda babanın saltanatı sallanmaya başlar. Baba, yaptığı onca iyiliğe rağmen statüsünün yavaş yavaş kaymakta olduğunu görür. Görür görmesine ama nasıl düzelteceğini bilemez. Bildiği tek şey, eski sermayesidir. Onları birer birer ortaya döker. Ama alıcısı yoktur eskisi gibi. Çünkü "Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağar" sözünü de unutmuştur baba. Bu durumda babaya yol gösterecek kimse de olmaz. Çünkü zamanında hatırı sayılır kardeşlerini bir bir öbür mahalleye göndermiştir veya kardeşler gitmiştir. Kardeşler gittikçe her işi kendi yapmaya çalışır. Efor sarf ettikçe yorgun düşer. Ama dinlenmeye zamanı yoktur. Çünkü inisiyatifi tekrar ele alması gerekir. Bir oraya bir buraya koşar. Koştukça yorulur. Ama yorgunluğunun farkında değildir. Takadinin üstünde efor sarf ettikçe işleri düzelteceği yerde hata üstüne hata yapar. Birini düzelteceğim derken diğer bir hatanın kapısını aralar ardına kadar. İşin garibi hatasını kabul etmeyen bir baba vardır artık evladının karşısında. Baba evladını yorgunlukla suçlar. Bu durumda evladı, "Baba, sen de yorgunsun" demez. Daha doğrusu diyemez. Çünkü karşısında makul eleştiriyi bile kabul etmeyen bir baba vardır.

Şimdi soralım, ne olacak babanın evladıyla arasındaki durum? Nasıl düzelecek araları? Bu soruları soralım. Soru sormakla kalmayalım. Taşın altına elimizi koyup baba ile evladın arasını düzeltmeye çalışalım. Tıpkı ne olacak bu memleketin hali dediğimiz gibi. Çünkü bizde devlet de babadır.

Babanın kıymetini bilelim, baba da evladının. Aralarında yeniden gönül köprüleri kurulsun, tıpkı eskiden olduğu gibi...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde