Ana içeriğe atla

Ülkenin Kürtlerle, Kürtlerin Türklerle İmtihanı

Toplum ve uluslarda kız alıp verirken veya oğlan evlendirilirken kendi inanç, yapı ve kültürümüze uygunluğu ve denkliği aranır. Aynı ırk, mezhep ve meşrepten olmasına da özen gösterilir. Çünkü toplumun en küçük yapı taşı olan bir aile kurulacak işin ucunda. Uyum ve geçim olmazsa sağlıklı bir aile ortamı kurulamaz.

Dünyada bir devletin bünyesinde farklı ırklar olmasına rağmen ırklar arasında bizdeki gibi iç içe geçmişlik yoktur. Ki bizde ırktan önce inanç ön planda olmuştur. Bizde Kürtlerin yoğun yaşadığı iller olmakla beraber Kürt yerleşim yerlerinden fazla bir nüfus Türkiye'nin diğer illerinde yaşamaktadır. Evimiz, sokağımız, mahallemiz, camimiz ortak olmuştur. Hemen hemen her evde mutlaka bir Türk gelin-damat veya Kürt gelin-damat vardır. Anne Türk ise baba Kürt, baba Türk ise anne Kürt'tür. Düşmana karşı birlikte hareket edilmiş, ülke birlikte savunulmuştur. Selahattin Eyyubi'nin katımızda ayrı bir yeri vardır. Çünkü derdimiz ortak, davamız ortak, fikrimiz ve zikrimiz ortaktır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı parçalanıp yerine küçük küçük ülkeler kurdurulurken biz Türk ve Kürt tek devlet çatısı altında toplanmışız. Kürtler, "Her ırkın bir devleti var, bizim de bir devletimiz olsun" dememiştir.

Biz böyle iç içe huzur ve mutluluk içerisinde yaşarken bizden elliden fazla devlet çıkaran güçler, birlikte paylaştığımız küçük toprak parçasını fazla görmüş olmalı ki kurdurup desteklediği PKK örgütü eliyle bizi bizden koparmaya çalışıyor. Bunun için her şeyi de hazırlamış. Kürtlere devlet eliyle baskı uygulanmış, birçok insan hakkı esirgenmiş, bunun karşılığında da Kürtlerin savunucusu olduğunu söyleyen örgüt peydah olmuştur. Kırk yıldır da ülke bu örgütle başa çıkmaya çalışıyor. Şehit haberleri geldikçe Türk'ü, Kürt'ü örgüte düşman olacağı ve örgütün arkasındaki güce karşı birleşeceği yerde birbirini düşman gibi görmeye başladı. Üçüncü el/eller kaşıdıkça biz bize şüpheyle bakmaya başladık. Türkiye Cumhuriyeti var gücüyle örgütle mücadele ederken örgüt, küçülüp yok olacağı yerde iyice büyüdü. Bir terör örgütünün elinde devletlerde olmadı gereken silah ve techizat var. Üçüncü bir el; siz birbirinizle boğuşun, enerjinizi birbirinize karşı tüketin, bölünmeye kadar gidin, canınız cehenneme diyor aslında. İşin garibi Kürtlerin hamisi olduğunu filte ettirmeye çalışan terör örgütü, fikir-fikir, inanç bakımından Kürtlere de yabancı. Ama ırkçılık damarımız o kadar kabardı ki çoğunluğu olmasa da bir kısım Kürtler, Batı ve ABD destekli bağımsız bir devlet kurma hayaline kapıldı. Farz edelim ki PKK liderliğinde bir Kürt devleti kurulmuş olsun. Bu devlet kime, ne hizmet edecek, kime yar olacak? İşin bu kısmı düşünülmüyor. İşin bu noktaya gelmesinde dış güçlerin parmağı ve desteği var. Ama Kürt ve Türk olarak bu örgütün doğmasında bizim payımız büyüktür. 

Bugün geçmişe bakıp birbirimizi kötülememizin kimseye bir yararı yok. Türk ve Kürtlerden oluşan aklı selim insanların inisiyatif alıp bu akan kana, ayrılma isteğine bir dur demesi, herkesin kendi mahallesine bakması, öz eleştiri yapması, evlerinin önünü süpürmesi gerekir. PKK ile mücadelede "Kürtler öldürülüyor" propagandası yapmak, ya da örgütün başı Kürtlerden oluşuyor diyerek "Kürtler, eşittir PKK" demek sağlıklı bir bakış açısı değildir. Bu bakışın toplumsal barışa, bizi bir arada tutmaya faydası olmaz.

Eline silah alıp bu devletin insanına silah çeken ister Türk, ister Kürt olsun bu ülkede yaşayan bizlerin ortak düşmanıdır. Burada Kürt öldürülmüyor, teröristler öldürülüyor. Üstelik terörist sadece Kürtler içinden çıkmaz, Türklerden de çıkar. Bir kısım Kürtlerin kurduğu PKK nasıl bir terör örgütüyse, Türklerin kurduğu FETÖ de bir terör örgütüdür. Her ikisi de tehlikelidir. Gördüğümüz gibi teröristin dini-imanı ve ırkı olmuyor. Herkesten çıkabiliyor. Bugün kimse FETÖ'yle mücadele edilirken Türkler öldürülüyor, hapse tıkılıyor demiyorsa bize kurşun sıkan PKK ile mücadele edilirken de Kürtler öldürülüyor demesin. Yoksa bugünleri çok ararız. 02.02.2018, Ramazan Yüce, Konya

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde