Ana içeriğe atla

Sosyal Medya Bizi Fişliyor! *

Bugün sosyal medyaya girmeyenimiz yok gibidir. Yediden yetmişe bu âlemdeyiz. Kimimiz meraktan, kimimiz eski arkadaşları bulmak, kimimiz Türkiye ve dünya gündemini takip etmek, kimimiz paylaşım yapmak vb nedenlerle kâh twitter, kâh facebook, kâh whatsapp, kah instagram vb iletişim araçlarını kullanıyoruz. Hangi nedenlerle olursa olsun, bir giren bir daha çıkamıyor. Çünkü bağımlılık yapıyor. Türkiye’deki kullanıcı sayısı 2017 verilerine göre 48 milyonmuş. Akıllı telefonu olmayan zaten yok gibidir.

Bu ülke, insanların fişlenmesi diyebileceğimiz Batı Çalışma Grubunu duydu. TV'lerde BBG adı altında "Biri Bizi Gözetliyor" adı verilen programlar yaptı. Hem BÇG, hem BBG lokal bir olay iken şimdi sosyal medya vasıtasıyla izlenmemiz uluslararası bir boyut kazanmış durumda. Şimdilerde pek sıkıntısını görmüyoruz bu izlenmenin. Ama çok yakında acılarını kat be kat göreceğiz gibi. Hızlı bir şekilde içimize giren bu nimetlerin -her nimetin bir külfeti olur dendiği gibi- bize ağır külfetleri olacaktır. Teknolojinin nimetleri, elbette faydalanacağız diyebilirsiniz. Elbette kullanılacak. Zira kaçış yok bu dijital ortamdan. İşin garibi bu âlemin ne kadar güvenilir olduğunu, ileride başımıza neler açabileceğini pek düşünmüyoruz. İşin uzmanları sık sık bu tehlikeye işaret ediyor. Ama ne dinleyenimiz var, ne dikkate alan.

02/02/2018 gecesi TVnet isimli TV kanalında Serhat İBRAHİMOĞLU’nun hazırlayıp sunduğu Net Bakış programında “Sosyal Medya Terörü” ele alındı. 1.5 saatlik programın konukları, konunun uzmanları olan Doç. Dr. Levent Eraslan, Yrd. Doç. Dr. Ali Murat Kırık ve Dr. Murat Dağıtmaç idi. Sosyal medyanın işlevini anlatan, ve hemen hemen herkesi ilgilendiren böylesi önemli bir konunun gecenin geç saatlerinde yayıma verilmesini de çok anlamış değilim. Fırsat bulup izlerseniz hepimizin ağzımız açık dinleyeceğini düşünüyorum.

Birçoğumuzun bildiği ve bizleri bekleyen tehlikelere işaret etmeye çalışacağım. Sosyal medya adı verilen dijital ortama adım atmışsanız; Facebook, Twitter, İnstagram, akıllı telefon, whatsapp vb. kullanıyorsanız 7/24 izleniyoruz demektir. Paparazzinin gönüllüce yapılanı ve çok gelişmişi. İzlenmekle kalmıyoruz, fişleniyoruz. Ne kadar paylaşım yapmışsak bilgi ve belge yüklemişsek hiçbiri kaybolmadan depolanıyor. Bu bilgilerin ileride kötü amaçlı kullanılabileceğini hesaba katarak paylaşırsak daha iyi olur. Bir defa akıllı telefonlar vasıtasıyla nereye gittiğimiz, ne yaptığımız hep kayıt altına alınmaktadır. 48 milyon kullanıcının 42 milyonu paylaşımını mobil telefon marifetiyle yaptığını bütün telefonların dokunmatik olduğu düşünülürse sürekli parmak izi veriyoruz, sanki polise veriyor gibi.

Sosyal medya yenidünyanın yeni dili. İnsanları yanıltma, algı oluşturma, dezenformasyonun bol olduğu, kriminal kişi ve yapıların cirit attığı bir yer. Sosyal medya aracılığıyla tüm bilgilerimize sahip olarak kılcal damarlarımıza kadar girilmiş durumda. Manipülasyon amaçlı kullanıldığı takdirde kimyasal silah kadar tehlikeli olabilir diyor uzmanlar. 17/25 Aralık sürecinde ve Gezi olaylarında bu iletişim ağları, algı oluşturmak üzere kullanıldı. Başarılı da oldular. Paylaştığımız resimleri hafif bir değişiklik yaparak başka yerlerde kullanılmayacağının hiçbir garantisi yok. Ki zaman zaman dezenformasyon amaçlı kullanılmaktadır.

Yaptığımız her paylaşım karakterimizi yansıtır. Paylaşımlarımız sayesinde bizi bizden daha iyi tanıyor, davranışlarımızı daha iyi test edebiliyorlar. Buna göre algı operasyonları yapabiliyorlar ve yapacaklar. Bir hareketle tüm kamuoyu ve TV kanallarını, devlet yetkililerini harekete geçirebiliyorlar. Bolca yaptığımız paylaşımlar sonucunda bizi daha iyi tanıyacakları için ileride yapay zekalı robotların piyasaya sürülebileceğini söylüyor yine işin uzmanları.

İletişim çağında iletişim araçlarının hızlı bir şekilde girmesine rağmen devletin doğru dürüst tedbiri yok. Tedbir almak istese de çok başarılı olacağını sanmıyorum. Paylaşımlarımızda zaten bir etik yok. İşin garibi yaptığımız paylaşımlar, tıkladığımız sayfalar dolayısıyla bu ülkenin paraları yurtdışına gidiyor. Adamlar oturdukları yerden bizim bilgilerimizle paraya para demiyorlar. Başkasının cebini dolduruyoruz. Kazandıklarından ülkeye bir kuruş katkıları da yok.  

Kullanmaya devam edeceğimiz bu sosyal medya paylaşımlarının zararları saymakla bitmez. Biz en iyisi bu âlemi kullanırken neyi, nerede, nasıl paylaşacağımızı; gördüğümüz her bilginin doğru olmayacağını, teyide muhtaç olduğunu, ileride bize silah olarak dönebileceğini hesaba katarak yoğurdu üfleyerek yememizde fayda vardır. Teknolojiyi çok iyi bilenler; sosyal medya ağlarının benzerini yaparlarsa hiç olmazsa bilgi ve paylaşımlarımızın depolanması ülkemizde kaldığı gibi paralarımız da dışarıya gitmemiş olur. Ülkeye en büyük hizmeti yapmış olurlar. 03/02/2018, Ramazan Yüce, Konya



* 05/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde