Ana içeriğe atla

Ümmetin Aslî Kaynaklarla İmtihanı

Diyanet, son yıllarda merkezi hutbe olarak hazırlattığı hutbe konularında sünnetin önemini işaret eden birden fazla hutbeye yer verdi. Dinin asli kaynağı olarak Kur'an ve sünnetin önemini işaret etti. Çünkü bu konu, alttan alta çoğu kimsenin gündeminde. Cumhurbaşkanı bir iki konuşmasını bu konuya ayırdı. Sosyal medyada bu konu işleniyor. TV'lerde tartışma konusu oluyor. Halkın gündeminde de bu konu var.

Mesele nedir derseniz? Dinin asıl kaynağından olan sünnetin inkar edilmesi konusu. Bu konuyu gündemine alan "Allah'a ve rasulüne itaat ediniz...Rasül size neyi veriyorsa alın, neyi de nehyediyorsa kaçının...Kim rasüle itaat ederse Allah'a itaat eder..." demeye başlıyor. Kur'an'ı merkezine alan kimselere "sünnetsizler, mealciler" deniyor.

Diyanetin ele aldığı ve gündemimizden bir türlü düşmeyen bu konudaki tartışma pek biteceğe benzemiyor. Çünkü tartışma yanlış mecrada devam ediyor. Kelime ve kavramlar birbirine karıştırılıyor. Taraflar birbiriyle ya karşı karşıya gelmiyor, ya da geliyorsa muhatabını dinlememek üzere kılıcını çekip geliyor. Bir defa konu, sünnet olmamasına rağmen hadis ile karıştırılıyor. Çünkü az buçuk dini bilgisi olan mürekkep yalamış bir kimsenin sünnetle derdi olmaz, sünneti inkar edemez. Çünkü sünnet, peygamberden uygulana uygulana günümüze kadar tevarüs eden bir pratiktir, Kur’an’ın uygulanışıdır.

Sorun, çözülmek isteniyorsa önce sorunu bulmak lazım. Sanırım sorun, peygambere ait olduğu söylenen sözlü sünnette. Bugün kendilerine "sünnetsiz" denilen kişiler, hadis kitaplarında hadis diye rivayet edilen sözlerin bir kısmını “Peygamber söylemiş olamaz” iddiasını dile getirmektedirler. Bunlara karşı gelen grup ise hadis kitaplarında hadis diye rivayet edilen sözlerin, “Doğruluğu geçmiş hadisçiler tarafından kritiğe tabi tutulmuş, bundan sonra bunlar hakkında ileri geri söz söylemek olmaz. Çünkü söylenmesi gereken her şey söylenmiştir. Bunlar hadistir. Kim bunları inkar ederse İslam’ın ikinci rüknünü inkar etmiş olur. Bunlara şüpheyle yaklaşmak müsteşriklerin bakış açısını yansıtır.” demektedir. İşin garibi bir orta yol bulunamadı gitti. Hadisleri tümden savunanlar, diğer kesimi “Siz sünnetsizsiniz” dedikçe bunlar savunmaya geçmekte ve kendilerini destekleyecek hadisleri öne sürmektedir. Tartışa tartışa makas daralacağı yerde iyice açılıyor. Çünkü birbirlerine karşı yapılan ithamlar gırla gidiyor. Aslında  birbirlerine karşı güzel bir üslup takınarak itham etmeden, güzel bir dil kullansalar, birbirlerine karşı samimiyetlerini bir izhar edebilseler konu tam çözülmese de en azından birbirlerinin niyetlerini anlamış olurlar. Bu da aralarında bir saygı ve sevgi iklimin oluşmasına imkan verir. Ama saldırmayı, rakibini mat etmeyi geçer üslup seçtikleri zaman muhatabı hep savunmaya geçer, kendini anlatamaz. Ardından o da saldırıya geçer.

“Kafirlere karşı şiddetli, birbirine karşı merhametli olmaları” gereken Müslümanlar, “Firavun’a bile tatlı dil ile konuş” diyen tebliğ metodunu kendi aralarında geliştirmedikleri, birbirlerinin kişilik haklarına riayet etmedikleri müddetçe sünnet veya hadis denilen konuyu çözmeye hiç oturmamaları lazım. Aynı kitaba baş koyan, aynı kıbleye dönen kişiler birbirlerini düşman görmeye devam ettikleri müddetçe bu meseleyi zaten çözemezler. İlk önce usul ve metotta anlaşmaları gerekir. Gerisi boşa kürek çekmedir, husumetin derinleşmesine yarar. Bu konuyu ele alan, sürekli gündemde tutan ele başlarını Diyanet, tarafları bir araya getirerek önce üsluplarına dikkat etmeleri gerektiğini hatırlatmalı, sonra asıl meseleyi kapalı kapılar ardında çözmeye oturtmalı. Kendi aralarında bu işi hale ve yola koymadan kamuoyu karşısında bu meselelere girmemeleri gerektiğini bir güzel işlemeli. Eğer bunu yapmazsa  Diyanet, bu gidişle bu konuda daha çok hutbe okur. 04/02/2018, Ramazan Yüce, Konya



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde