Ana içeriğe atla

Kötüleri Korumaktan Ne Zaman Vazgeçeceğiz? **

Adana'da 4 yaşındaki bir çocuğa tecavüz eden sapığı vatandaş linç etmesin diye polis tedbir almış ve hangi cezaevine götürdüğünü bile gizlemiş. Genelde polisin yaptığı bu. Halkın infialine karşı suçluyu koruma altına alıyor. Ki polisin görevi bu. Zira bağlı olduğu mevzuat bunu istiyor. Buradan hareketle sistemimiz kötüleri korumaya devam ediyor diyebiliriz.

Polis görevini yapsın, Meclis de bir infiale veya linç girişimine karşı gerekli yasal zemini hazırlasın. Zira hukuk devleti olmanın bir gereğidir bu. Aynı zamanda suçlu da nefes alma hakkına sahiptir. Fakat benim anlamadığım, anlamak istemediğim hiçbir şeyden habersiz yatağında mışıl mışıl uyuyan dört yaşındaki bir çocuğa tecavüz eden biri de nefes almamalı diye düşünüyorum. Uçkuru beynine bağlı, insanlıktan nasibi olmayan, insanlığın yüz karası böylesi ultra sapığın hayat hakkı olmamalı. Zira bu dünya lükstür onun için. İnsan görünümlü bu nemenem mahluğun cezaevinde aldığı her bir nefes, ona verilen tavizdir. Niye besliyoruz bu tipleri, kimden koruyoruz? Bu adam, bu yaptığı halt sonucu alacağı ceza ile iflah mı olacak? Ar damarı çatlamış, rezilliği paçasından akan bu tipi içeride niye besleyeceğiz? Niye nefes almasına imkan vereceğiz? Böyle pislik rezilleri halkın önüne atıp linç ettirme cezası vermeliyiz. Linç olayını ne polis, ne savcı, ne de hakim görmeli. Gelip-geçen ne oluyor burada, siz ne yapıyorsunuz dememeli. Devlet "Bu suçlu nerede, ona ne oldu" diye işin peşine düşmemeli. Pislik temizlendikten sonra formalite icabı bir inceleme başlatmalı. Rapora, "Adı geçen malum mahluğun, kim tarafından öldürüldüğü tespit edilememiştir." notunu düşmeli. Herkes "Hele şükür! Dünya bir rezilden, bir pislikten daha kurtuldu" demeli, cenazesi yıkanmamalı ve namazı kılınmamalı, naaşı mezarlarımıza gömülmemeli, mevta değil; leş muamelesi görmeli. Nasıl ki bir kedi, bir köpek ölmüşse kokutmasın diye bir çukura sürüklenip gömülüyorsa bunlara da böylesi yapılmalı. 

Çocuğa veya büyüğe tecavüz edenlere verilecek ceza, emsali daha önce görülmemiş bir ceza olmalı ki bu tip melanetlere karışmaya meyilli olanlara ibret olsun. Burası bir hukuk devleti, böyle ceza olmaz, onun da nefes almaya hakkı var diyerek edebiyat taslayacak olursa halt etmiş olur. Bu tiplerin cezası anında, sıcağı sıcağına olmalı. İlk iş olarak esiri olduğu cinsel organı kesilmeli, kan kaybından bağıra bağıra can vermeli. İnfaz yeri meydanlar olmalı, infazı uygulayanlar kim vurduya gidip faili meçhul kalmalı. Bu cezanın adı da TCK'da "yargısız infaz" olmalı.

Suçluyu içeri alıp besleyecek olan devlet, beyni uçkuruna bağlı kişilere hiçbir şey yapmayacaksa bari suçluyu dışarı salıversin. Başka da bir işe karışmasın. Vatandaş ona gereğini yapar. 

Ne dediğinin, nasıl bir ceza kestiğinin farkında mısın? Sen kendinde misin diyen olursa -kimse kusura bakmasın- ne dediğimin farkındayım. Teklif ettiğim ceza, dört yaşındaki çocuğun çektiği eziyetin ve o çocuğun ailesinin yaşadığı haleti ruhiyenin yanında benim kestiğim racon hafif bile kalır. 18.02.2018, Ramazan Yüce 



** 18/02/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde