Ana içeriğe atla

Türk Dil Kurumunun Türkçemize Yaptığı Kötülük *

Bir vesileyle Türkçe ve Türk dili kurallarına bakmam gerekti. Kurallara bakmaya başlamadan daha başlıkta duraksadım. Niye mi? Benim yıllar önce öğrendiğim sözcükler bir başka adla anılır olmuş. İsterseniz bir kısmını yazayım. Bakalım size ne ifade ediyor bu kelimeler?


Zarfa belirteç, sıfata ön ad, zamire adıl, edata ilgeç, bağ-eyleme ulaç, zarf tümlecine belirteç tümleci, şarta koşul, harflerin yer değiştirmesine göçüşme...vs. isimler verilmiş. Eski bildik kelimelerin yerine teklif edilen kelimeleri yazmak ve saymakla bitmez. Her yeni ismin eski adı da parantez içinde verilmiş. 

Kullanılsın diye icat edilen kelimeleri görünce fakülteyi bitirdiğim zaman öğretmen olarak atanmak için Ankara'da girdiğim, yeterlilik sınavı aklıma geldi. 1991 yılında girdiğim sınavda dikkatimi çeken okuduğumu anlamıyordum. Tekrar tekrar okudum. Nafile… Çünkü cümlelerdeki birkaç kelimenin anlamını bilmiyordum. Bu tür kelimelerin eş anlamını parantez içinde vermişler. Onlar da yabancıydı bana. Parantez içi ve dışındaki kelimelerin ne anlama geldiğini anlamak için cümlenin siyak ve sibakından bir anlam çıkarmaya çalıştım. Yine olmadı. Çoğu soruyu bu şekilde gördüm. Cevapladığım soruların çoğunu atmasyon olmasa da doğruluğundan emin olmadan işaretledim. Sınav çıkışı görüştüğüm arkadaşlara sorun bende mi acaba diye sınavın dilini sordum. Onlar da benden farklı değillerdi. Yaşadığım ülkenin dili bana yabancı olunca ne oluyoruz, dedim. Sanki uzun yıllar yurt dışında yaşamışım da dilimi unutmuş gibiydim, sudan çıkan balığa dönmüştüm.


Sorun nerede derseniz? Bana göre sorun Türk Dil Kurumunun mantığında. Ya tutarsa deyip olur olmaz kelime türetiyor veya uyduruyor. Amacı, Türk dilini zenginleştirmek. Buna sözümüz olmaz. Yeni çıkan bir ürün veya eşyaya bir isim bulmaya çalışsa isabet eder veya edemez. Ama gördüğüm kadarıyla Kurul, ilk kurulduğu andaki "Türkçeyi eski ve yabancı kelimelerden kurtarıp öz Türkçe kelime bulmak" amaç ve niyetini hala terk etmemişe benziyor. Bence bir dil, bu şekilde zenginleşmez. Halkın ve bilim dünyasının özümsemediği ve kullanmadığı kelimelerle bir yere varılmaz. Sadece birkaç yılda yenilenen Büyük Türkçe Sözlüğünün sayfa sayısı biraz daha kabarır. Üretilen, türetilen veya uydurulan kelime sözlüğün içinde kalır, tedavülde olmaz. Bundan öte de bir işlevi olmaz.

TDK, şu ana kadar ürettiği veya türettiği kelimelerin ne kadarı kullanılıyor, hiç araştırma yapmış mı acaba? Öyle zannediyorum, tabanda benimsenmeyen hiçbir kelime tedavülde değil şu anda. TDK’nın görevi masa başında kelime üretmek olmamalı diye düşünüyorum. Yeni bir kelimeyi sözlüğün içine koymadan önce bu kelimenin halkta ne kadar karşılığı var? Önce bunu test etmesi gerekir. Halk benimsemişse sözlüğe alma yoluna gitmelidir. Arapça, Farsça vb dillerden bize geçip yerleşmiş, halkın özümsediği kelimelerin yerine yenisini bulma sevdasından vazgeçmeli TDK. Başka bir dilden dilimize geçmiş bir kelime -TDK’nın kurallarına göre Türkçe değilse bile- bizi anlaştırıyorsa, meramımızı karşı tarafa anlatabiliyorsa o kelime bizimdir diye düşünüyorum.

Benim endişem, TDK hizmet ediyorum, Türk dilini zenginleştiriyorum diye böyle devam ederse bırakın kuşak çatışmasını, aynı devirde yaşayan kişiler bile bir müddet sonra birbirini anlamayacak. Çünkü aynı dili konuşmuyor olacak. 18/02/2018, Ramazan Yüce, Konya



* 23/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde