Ana içeriğe atla

17-25 veya Bozacı-Şıracı Davası

Nasıl bir ülkede, kimlerle yaşadığıma hayret ediyorum bazen. Ne kadar haini bol bir ülkeymişiz. Yedirip içirmişiz, devlette görev vermişiz. Karşılığında bize hizmet yerine başkasına hizmeti vazife edinmişler.

Toprağımızdan mıdır, suyundan mıdır, bizim yetiştirmemizden midir bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. İnsan sarrafı değiliz. Çok safız. Kimdir, necidir demeden gelenle-gidenle iş tutmuşuz. Normal devlet görevlisi değil üstelik bunlar. Kimi polis, kimi asker, kimi savcı, kimi hakim.

Yolgeçen hanı bu ülke. Devletin kılcal damarlarına kadar girmelerine izin vermişiz. Mahrem kalması gereken bilgileri onlar eliyle saklamışız. Onlarla operasyon yapmışız. Devleti bunlara teslim etmişiz.

Devlet adına iş tutan bu hainler, ne zamanki gerçek yüzleri ortaya çıkınca bir yolunu bulup soluğu dışarıda aldılar. Daha önce bizden görünüp bizim adımıza iş yaptığını sandıklarımız; şimdi ABD’nin, Batı’nın kucağına oturmuş, bizim aleyhimize tanıklık yapıyor.

Son güncel olay ABD’de görülmekte olan sözde yargılamada kendini gösterdi. İş adamı kılığındaki Zarrap, sanık kürsüsünden tanık kürsüsüne terfi etti. Kime, nasıl rüşvet verdiğini, nasıl iş tuttuğunu anlatıyor.  Zarrap’ın verdiği uçuk-kaçık bilgiler yeterli olmamış olmalı ki ABD yargısı, şimdi de 17-25 Aralık operasyonlarında görev almış -bozacının şahidi, şıracı misali- bir polis müsveddesini tanık kürsüsüne çıkardı. 17-25 Aralık sürecinde aynı zihniyet ve meşrepteki polis-savcı ve hakimin, kendilerinin çalıp kendilerinin oynadığı senaryo belgelerini Türkiye’den kimden aldığını, nasıl kaçırdığını anlatıyor şimdi.

FBI’dan 50 bin dolar alan, oturduğu evin kirası ABD savcılığı tarafından ödenen, ayrıca kendisine aylık 900 dolar verilen Hüseyin KORKMAZ, aynı zamanda bir bylock kullanıcısı. 17-25 olayları sonrasında gözaltına alınmış, ardından tutuklanmış bu Amerikan ve para sever polis müsveddesi,  17 ay tutuklu kaldıktan sonra her ne hikmetse bizden görünen hakim ve savcılar tarafından salıverilmiş. Darbeden sonra da topladıkları herzeleri yanına alarak elini ve kolunu sallayarak bu ülkenden çıkmış ve soluğu ABD’de almış. Şimdi de bülbül gibi ötüyor. Polis emeklisi diyorum adam, komiser yardımcılığı yapmış bu ülkede.

Niyetim Zarrap ve Hüseyin KORKMAZ’dan bahsetmek değil. Zaten bunlar hakkındaki bilgiler günlük çarşaf çarşaf yayımlanıyor. Dikkat çekmek istediğim nokta, FETÖ’nün tam emrinde çalışan bu adam tutuklandıktan sonra nasıl çıkarıldı? Haydi bir yanlışlık oldu diyelim. Yurtdışına nasıl çıktı? Gerçi bu kaçış bize darbenin bir numarası görünen Adil ÖKSÜZ’ün gözaltına alınıp ardından nasıl serbest bırakıldığını, sonra nasıl sırra kadem bastığını hatırlatıyor.

Nedense bu ülke gerçekten yolgeçen hanı. Güvenliğimizden sorumlu bazı polis ve askerinin yanına besmeleyle yaklaşacaksın, kimi hakim ve savcısının yanına varırken eûzü ile varacaksın. Adamlar zinciri oluşturmuşlar. Hepsi kendilerinden. Biz de saf saf bunlar Yüce Türk adaleti-Türk Milleti adına iş yapıyorlar diye ağzı açık bakıyoruz bunlara.

Bu ülke nasıl bir ihanet şeması ile örülmüşse ne kadar tedbir alırsan al, dikiş tutmuyor gerçekten. İçinde akademisyen ve doktorların bulunduğu 32 kişi Yunan makamlarına iltica talebinde bulunmuşlar. Bu da gösteriyor ki her bir kurumumuzdan irin akıyor. Sahil güvenliğimiz de uyuyor veya uyur numarası yapıyor. Aslında uyuyan bu ülkenin saf insanı ve devlet görevlileri.

Kim kaçar bu ülkeden? Suçlular kaçar. Göz göre göre kaçıp başka bir ülkeye sığınıyor. Bir ara oluşturulan algı ile Ergenekon ve Balyoz davaları açıldığında hakkında tutuklama kararı verilen ne kadar asker varsa yurtdışında bile olsa gelip teslim oldular ve içeride 5 yıl kadar yattılar. Hiçbiri fırsat bu fırsat deyip kaçma yoluna gitmedi. Gerçekten temiz aile çocuğuymuş bunlar.

FETÖ’den aranan ne kadar savcı, hakim, asker, polis, NATO’da görevli varsa ABD ve Batı ülkelerine iltica talebinde bulundu. Şimdi var güçleriyle ekmeğini yedikleri bu ülkenin aleyhine çalışıyorlar. Tanık kürsüsüne çıkıyorlar. Yazıklar olsun! Bu hainlerin yüzüne tüküreceğim ama tükrüğüme acırım.

Yanarım da bu ülkenin durumuna yanarım. Gerçekten bu kadar haini bünyesinde barındıran hiçbir ülke belini doğrultamaz. Rabbime şükürler olsun ki, sayısız haine rağmen bu ülke hala dimdik ayakta.

Türkiye’yi yönetenlere düşen iş; kiminle iş çevirdiklerini iyi bilmeleri, bu ülkede sonradan oluşmuş hainleri bir bir temizlemeleri… alt kesimden kaçmayan FETÖ’cülerle uğraşmaktan ziyade bizi satacak, aleyhimize çalışacak üst düzey hainlerin peşine düşmesi, gırtlağına yapışması. Temizlik işine alttan değil, üstten başlamaları. Çünkü suyun başında hala onlar var. Allah bu ülkeye zeval vermesin.

Bu ülkeye dört yıl önce 17-25 kumpas davası açanlar inşallah, bu davanın altında kalırlar. Bozacı ve şıracı davası ayaklarına dolanır. Bu vesileyle bu süreçte pisliğe bulananlar için iç hukuk işletilir, kamu vicdanını rahatlatacak cezalar verilir ve hak yerini bulur. 17/12/2017 Ramazan YÜCE

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde