Ana içeriğe atla

Övgü ve Sövgü ile Bir Yere Varılmaz *

Bu toplum; geçmişte yaşamış, tarihe mal olmuş kişilerle yaşamayı, onları anıp durmayı, onlara sürekli övgü veya sövgü yapmayı bir kenara bırakmalı diye düşünüyorum. Geçmişte yaşamış kişiler tarihteki yerini almalı artık. Bu kişiler, yapması gerekirken yapmadıklarından, yapmamaları gerekirken yaptıklarından dolayı usul, adap, metot, zamanın şartları bakımından bir tahlile tabi tutulabilir. Yaptığı iyi şeyler varsa haddi aşmadan, abartmadan övülmeli, devamında biz; bugün ne yapabiliriz denmelidir. Yaptığı şey bugün tasvip edilmiyorsa işi eleştiri seviyesinde bırakmalıdır.

Unutmayalım ki övgü ve sövgü aynı anne ve babadan doğma iki kardeşin birbirine düşman olan kardeşleri gibidir. Aynı yerden beslenir. Sonra tarihi şahsiyetleri devamlı övmenin veya küfretmenin kime ne faydası var? Olsa olsa iyice kutuplaşmamıza ve birbirimize düşman gibi davranmamıza sebebiyet verir. Ölenler öbür dünyada yaptıkları ve yapmadıklarıyla muhatap olacaklardır. Yaptıkları iyi şeyler varsa lehlerine, kötü bir şey yapmışlarsa kendi aleyhlerinedir. Üstelik kızıp bağırdığımız, övüp küfrettiğimiz kişinin; geriye gelip hayatına devam edebilmesi, yanlışını düzeltip telafi edebilmesi mümkün değildir. Kimse onları övdüğü için öbür dünyada taltif almayacaktır. Belki hakaret ettiği için günah kazanacaktır hanesine. Ayrıca hakaret ettiğimiz insanın kendisini savunacak durumu da yoktur.

Türkiye gelip geçmiş insanlarla yaşamayı bırakmalı artık. Kendisi olmalı, bugün yaşayan sağlarla yaşamayı öğrense hem kendine hem de ülkeye iyilik yapmış olur. Çünkü ölüler yaşamıyor. Yok, ben de yaşayan bir ölüyüm diyorsa biri, o zaman diyecek sözümüz olmaz.

Geçmişe övgü ve sövgü sloganca yaşamadır, kendisini ileriye taşıyamamadır, yerinde saymadır. Övdüğümüz kişinin yolunu aynen takip etmek onu taklit etmektir. Yine gerideyiz demektir. Halbuki övülen kişinin yapmak istediği yolu tespit edip ileriye taşımak olmalı niyet. Sürekli övgü ve yerginin kime, ne faydası olacaktır? Ayrıca dinimizde taziye üç gündür. Haydi uzaktan gelenler için bir hafta olsun. Yıllar geçmiş hala ölüm gününde anmak bana çok makul gelmiyor. Yine ölmüş birisinin doğum gününü yıllar yılı kutlamak için törenler düzenlemek birilerine sükse yapmaktan öte bir anlam taşımaz. İşin kolaycılığına kaçmaktır bu. Kim, kimi övüyorsa övmenin ötesinde onun yaktığı meşalesinin ardından gitsin.  İstersen onunla yatsın, onunla kalksın. Ama başkasını da bunu yapmaya mecbur etmesin.

Aşırı sevme ve nefret etme çoğu zaman gözümüzü kör ediyor. Sağlıklı düşünemiyoruz. Hatta daha ileri gidip "O, olmasaydı, bugün olmazdık, bugün yaşıyorsak ona borçluyuz..." şeklinde ifade edenler de var. Bu bakış açısı Hz Muhammed ile ilgili söylenen "Sen olmasaydın alemi yaratmazdım" şeklinde söylenen uydurma söze benziyor. Şunu bilelim ki kimsenin olması, olmaması bir başkasının varlığına veya yaptığına bağlı değildir. Kimse kimseyi yok edemez, var da edemez. Bu, sünnetullaha aykırıdır. Allah izin vermediği müddetçe bir milleti topluca kimse yok edemez. Tarihte 106 yıl süren İngiliz-Fransız savaşlarına rağmen İngilizler de yaşıyor bu dünyada, Fransızlar da.

El hasılı, dünle yaşamayı bırakalım, bugüne gelelim, uykudan uyanalım, birbirimize mahalle baskısı yapmayalım, birilerinin arkasına sığınarak aba altından sopa göstermeyelim. Hep beraber el ele vererek bu ülkenin kalkınması için çaba gösterelim. Birbirimizin kırmızı çizgisine saygı gösterelim. İsteyen istediğini sevsin, dileyen de nefret etsin. Sevgi ve nefret bizi tapmaya veya hakarete sevk etmesin. İstediğim; herkes herkese, herkes herkesin sevdiğine saygı göstersin. Unutmayalım ki saygı, kabul etmek anlamına gelmiyor. Kimseden zor bir şey istemiyorum. Sadece saygı... 11.11.2017

* 13/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde