Ana içeriğe atla

Kırıp Döküp Ufalamak

Günlük hayatta türlü türlü insanlarla muhatap oluruz. Bunların içerisinde ortamı geren tipler vardır. Gerginliğinden çevresinde olan herkes nasibini alır.

Sinirli tiplerden bahsediyorum. Kızacağı konunun önemli olması gerekmez. Çok da ketumdurlar. Ne zaman sinirlenecekleri, neye sinirlenecekleri, kime sinirlenecekleri belli olmaz. Yeter ki gerilsin. Bundan sonra Allah ne verdiyse artık. Varsa yoksa sinirleri vardır. Kırıp döküp ufalarlar. Bayram-seyran dinlemez, dost-düşman gözetmez, sakinleşince konuşayım demez, çevremdeki olanları ‘üzerim’ diye düşünmezler.

Saman alevi gibidir bunlar. Ne zaman tutuşacağı belli olmaz. Alev topuna dönüşür birden. Parlamasıyla sönmesi bir olur. O esnada yanındaki olanların hepsi kimi dumanından, kimi alevinden, kimi de ateşinden nasiplenir. Anlık sinirleri kendisine ışık vermediği gibi çevresine de vermez.

Bir kanser hücresi gibidir bunlardaki sinir. Gün yüzüne çıkmaması, bulunduğu yerde kalıp vücudun diğer taraflarına zarar vermemesi için cam bir fanusun içine hapsetmek gerek. Yoksa bir harekete geçti mi yanardağ patlamasına dönüşür. Sakinleşip kendine gelmesi, yerine geri gitmesi, başkasına zarar vermemesi için çok az bir zamana ihtiyaçları vardır böylelerinin. Az sonra harekete geçen siniri kendiliğinden sakinleşir. Böylesi durumlarda bu tipleri kendi haline bırakmaktır asıl olan. Sakinleştirmeye çalışmak, cevap vermeye kalkmak beyhude çabadır. Sinirlerinin tavan yaptığı andır bu an. Sinir boşalması yaşarlar bu esnada. Söndürmek için dokunan yanar. Dokunanın haklı-haksız olması gerekmez. Alakası olmayan işler de girer işin içine. Tüm oklar böyle durumlarda üzerine vazife çıkartanlara döner. Halbuki sinir boşalmasının yaşandığı esnada az sabredip kendi haline bırakılsa -nasıl ki kızgın sirke küpüne zarar verirse- zararı sadece kendisiyle sınırlı kalacaktı.

Sinir bir hastalıktır, arızi bir durumdur. Her insanda az veya çok bulunur. Kimi sinirlerine hakim olur, kimi olamaz. Bu hastalığın tedavisi kişinin kendine hakim olmasıdır. Başka türlü tedavisi mümkün değildir. Kendi kendine tedavi edemiyorsa yukarıda bahsettiğim gibi biraz kendi haline bırakmaktır. Böyle davranılırsa o esnada etrafına ışık vermese de zararı kendisiyle sınırlı kalacaktır. Sakinleşince attığı okları tek başına toplayacaktır. Yaptığı eylemin yanlış olduğunu anlayacaktır. Bu sefer başkasına değil kendi kendine kızacak, öz eleştiri yapacaktır. Kırıp döktüğü varsa telafi etmek ve ortamı yumuşatmak için gönül de alacaktır. Bu tiplere yapılacak en büyük iyilik budur. Bu iyiliğin daha ilerisi bu kimse sakinleşince söyleneceklerin söylenmesidir. Yoksa sinir esnasında müdahale etmek yangına körükle gitmek gibidir.

İşte size insan tiplerinden bir tip. Kolay kolay değiştirmek mümkün değildir. Sinir vücudunun tüm organlarına baskındır böylelerinin. Öyle “Sinirlenmemek lazım, ne var bunda, ben çok sinirli değilim” demeye gelmez. Allah bunları böyle imtihan eder. İnanın çok sinirli olanlar da sakinleşince ‘Sinirlenmemem lazım, ne vardı bunda. Bundan sonra bir daha olur-olmaz sinirlenip başkalarının kalbini kırmayayım’ diye çok söylerler. Hatta ‘Sakin ol, Sakin ol” diye kendilerine emir verip dururlar. Ama iş sinirlenmeye gelince siniri aklının önüne geçer. Artık akli davranamazlar. Bırakalım böylelerini kendi imtihanlarıyla baş başa. Onlar vara yoğa sinirlenmeye devam etsinler, biz de kendi işimize bakalım. Yok ağzımızın tadı bozulmasın, biz onun iyiliğini istiyoruz deniyorsa o kişinin hassasiyetlerine özen göstermek, onu anlamaya çalışmak belki bir çıkar yol olur.

Allah nefisimize özellikle sinirlerine hakim olan insanlardan eylesin. 03/09/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde