6 Eylül 2017 Çarşamba

Kendi Yaptığı İşi Zor, Başkasınınkini Kolay Gören Bir İnsanın Profili

Baştan söyleyeyim, hayatta kolay iş ve meslek yoktur. Kimi bedenen, kimi zihnen, kimi çalışma şartları yönünden, kimi risk yönünden, kimi de sorumluluk yönünden zordur. Hasılı kolay iş ve meslek yoktur. Her mesleğin avantaj ya da dezavantajları vardır.

Hayatta en kolay iş yemek yemedir. Bunun için de bölüp-parçalama-çiğneme-yutma-hazmetme ve vücudun dışına atma görevi vardır. Yine gezip dolaşma, bomboş oturma, kaldırım mühendisliği yapma işi vardır ki bilfiil çalışmaktan daha yorucudur. Üstelik ne yediğinden zevk alırsın, ne de içtiğinden. Yatması-kalkması bile zevk vermez insana. Eğer derdimiz bazı meslek ve işlerin getirisi fazla denirse ona bir şey demem. Sorumluluk ve barındırdığı riske göre veya aranan eleman olma durumuna göre maaşlar farklı olabilir.

Gördüğüm bir şey var. Kim nerede çalışırsa çalışsın dünyanın en zor işinin kendi yaptığı iş veya çalıştığı sektör olduğunu, başka iş kolunda çalışanların yorulmadığını, hatta yattığını söyler. "Ne iş yapıyor ki!" der. Bence zorluk beyinde başlıyor, beyinde bitiyor. Kişi kendini nasıl şartlandırırsa yaşadığı, gördüğü, göreceği odur. Yatar kalkar başka iş kolunda çalışanlarla uğraşır. Bir türlü hazmedemez bu tipler. Çekememezlik derecesine ulaşır. Bu sendromdan kurtulamadığı müddetçe kendi halinde debelenir durur. Kimseye de ışık vermez, çünkü düşman beller onları, özellikle yüksek maaş alanları.

Bu tipler kendini ikna ettikten sonra başkasını da etkilemeye çalışır, uzanamadığı ciğere bayat diyen kedi gibi. Böyle biriyle karşılaştım bayram münasebetiyle. Mimarmış kendisi. "Aslında benim puanım yüksekti, onların okuduğu okulu tercih etseydim kazanırdım. Ama ben yazmadım. 08.00-17.00 arası çalışıyorlar, dünyanın parasını alıyorlar, ben daha bir tanesinin saçının döküldüğünü, saçının ağardığını görmedim. Bizim yaptığımızın kıymeti bilinmiyor, yeterince karşılığını alamıyoruz..." şeklinde anlattı durdu bir teşehhüt miktarı oturduğumuz esnada. Doktorları rakip olarak seçmiş kendisine belli. "Sen doktorları savunmaya devam et" dedi bana. O, beni ikna edememenin ezikliğini yaşarken kendimi gücün attım dışarı. Birkaç yıl önce görüştüğümüzde de yine konu doktorlar ve kendi alanı idi. Kendi meslektaşlarına da kızıyor, "5-6 bin lira paraya gidip belediyede çalışıyorlar" diye. İşin garibi çoğu insanın havada kapacağı parayı da beğenmiyor.

Bayram ziyaretinden sonra bir başka ahbabın evine girdim. Konu döndü dolaştı bu ortak tanıdığımıza. Konuyu açtım ona. Çünkü garibime gitti başka meslek erbabını hazmedememesine ve çok kazanma hırsına. Onu benden iyi tanıyan akrabasının çok garibime gitmedi. Zira benden daha iyi tanıyormuş onu. "Çocukluğunda bir köftecide çalışıyordu. Akşam patronuna 'Sabahtan beri şu kadar köfte sattın, şu kadar kazandın, bize verdiğin ise şu kadar. Senin yaptığın doğru mu? Emeğin karşılığı bu mu olacak' demiş. Ta çocukluğundan beri böyleydi bu" dedi bana. Böylece çocukluğuna indik bu zavallının. Çok okumuş ama görünen hala çocukluğunda taşıdığı psikolojiyi atamamış. Garibime gitse de istikrarına hayran kaldım.

İşin garibi yıllar geçse de fikrini değiştirmedi. Kendi bürosunu açtı, yüklü bir borçla kapattı. Başka yere girdi, çoğu yerde de dikiş tutturmadı. Ne kendi kazandı, ne de etrafına ışık verdi. Çizdiği tablo hep karamsarlık üzerine.

Aslında bu davranış biçimi işinde yorulmadığından ve kendini işine vermemesindendir. Çalışıp yorulanın başkasının işinde gözü olmaz. Kendi işine yoğunlaşır, geçene de üzülmez. Çünkü hayatta çektiklerimiz veya çekmedilerimiz kendi tercihlerimizdir.

Allah herkese helalinden kazanmayı, helalinden yemeyi, kazancımızla yetinmeyi, başkasını hazmetmeyi, kendi işimizi sevmeyi, ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı nasip etsin. 06.09.2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder