Ana içeriğe atla

Kendi Yaptığı İşi Zor, Başkasınınkini Kolay Gören Bir İnsanın Profili

Baştan söyleyeyim, hayatta kolay iş ve meslek yoktur. Kimi bedenen, kimi zihnen, kimi çalışma şartları yönünden, kimi risk yönünden, kimi de sorumluluk yönünden zordur. Hasılı kolay iş ve meslek yoktur. Her mesleğin avantaj ya da dezavantajları vardır.

Hayatta en kolay iş yemek yemedir. Bunun için de bölüp-parçalama-çiğneme-yutma-hazmetme ve vücudun dışına atma görevi vardır. Yine gezip dolaşma, bomboş oturma, kaldırım mühendisliği yapma işi vardır ki bilfiil çalışmaktan daha yorucudur. Üstelik ne yediğinden zevk alırsın, ne de içtiğinden. Yatması-kalkması bile zevk vermez insana. Eğer derdimiz bazı meslek ve işlerin getirisi fazla denirse ona bir şey demem. Sorumluluk ve barındırdığı riske göre veya aranan eleman olma durumuna göre maaşlar farklı olabilir.

Gördüğüm bir şey var. Kim nerede çalışırsa çalışsın dünyanın en zor işinin kendi yaptığı iş veya çalıştığı sektör olduğunu, başka iş kolunda çalışanların yorulmadığını, hatta yattığını söyler. "Ne iş yapıyor ki!" der. Bence zorluk beyinde başlıyor, beyinde bitiyor. Kişi kendini nasıl şartlandırırsa yaşadığı, gördüğü, göreceği odur. Yatar kalkar başka iş kolunda çalışanlarla uğraşır. Bir türlü hazmedemez bu tipler. Çekememezlik derecesine ulaşır. Bu sendromdan kurtulamadığı müddetçe kendi halinde debelenir durur. Kimseye de ışık vermez, çünkü düşman beller onları, özellikle yüksek maaş alanları.

Bu tipler kendini ikna ettikten sonra başkasını da etkilemeye çalışır, uzanamadığı ciğere bayat diyen kedi gibi. Böyle biriyle karşılaştım bayram münasebetiyle. Mimarmış kendisi. "Aslında benim puanım yüksekti, onların okuduğu okulu tercih etseydim kazanırdım. Ama ben yazmadım. 08.00-17.00 arası çalışıyorlar, dünyanın parasını alıyorlar, ben daha bir tanesinin saçının döküldüğünü, saçının ağardığını görmedim. Bizim yaptığımızın kıymeti bilinmiyor, yeterince karşılığını alamıyoruz..." şeklinde anlattı durdu bir teşehhüt miktarı oturduğumuz esnada. Doktorları rakip olarak seçmiş kendisine belli. "Sen doktorları savunmaya devam et" dedi bana. O, beni ikna edememenin ezikliğini yaşarken kendimi gücün attım dışarı. Birkaç yıl önce görüştüğümüzde de yine konu doktorlar ve kendi alanı idi. Kendi meslektaşlarına da kızıyor, "5-6 bin lira paraya gidip belediyede çalışıyorlar" diye. İşin garibi çoğu insanın havada kapacağı parayı da beğenmiyor.

Bayram ziyaretinden sonra bir başka ahbabın evine girdim. Konu döndü dolaştı bu ortak tanıdığımıza. Konuyu açtım ona. Çünkü garibime gitti başka meslek erbabını hazmedememesine ve çok kazanma hırsına. Onu benden iyi tanıyan akrabasının çok garibime gitmedi. Zira benden daha iyi tanıyormuş onu. "Çocukluğunda bir köftecide çalışıyordu. Akşam patronuna 'Sabahtan beri şu kadar köfte sattın, şu kadar kazandın, bize verdiğin ise şu kadar. Senin yaptığın doğru mu? Emeğin karşılığı bu mu olacak' demiş. Ta çocukluğundan beri böyleydi bu" dedi bana. Böylece çocukluğuna indik bu zavallının. Çok okumuş ama görünen hala çocukluğunda taşıdığı psikolojiyi atamamış. Garibime gitse de istikrarına hayran kaldım.

İşin garibi yıllar geçse de fikrini değiştirmedi. Kendi bürosunu açtı, yüklü bir borçla kapattı. Başka yere girdi, çoğu yerde de dikiş tutturmadı. Ne kendi kazandı, ne de etrafına ışık verdi. Çizdiği tablo hep karamsarlık üzerine.

Aslında bu davranış biçimi işinde yorulmadığından ve kendini işine vermemesindendir. Çalışıp yorulanın başkasının işinde gözü olmaz. Kendi işine yoğunlaşır, geçene de üzülmez. Çünkü hayatta çektiklerimiz veya çekmedilerimiz kendi tercihlerimizdir.

Allah herkese helalinden kazanmayı, helalinden yemeyi, kazancımızla yetinmeyi, başkasını hazmetmeyi, kendi işimizi sevmeyi, ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı nasip etsin. 06.09.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde