Ana içeriğe atla

"İslam dünyasının o kadar derdi varken..."

Nerede bir konu dert edinilse, bir konu konuşulsa, nerede bir muhabbet ortamı oluşsa, konu hakkında değerlendirme yapılsa, bir yorum yapılsa içimize serpiştirilmiş bazıları, "İslam dünyası kan ağlarken bu konunun yeri mi? Bu konu Müslümanların aslî konusu mu? Bu konu tali bir meseledir, Türkiye'nin daha önemli konuları var, birileri bu tür gündemlerle bizi uğraştırıyor..." diyerek pişmiş aşa su katar. Konuyu sulandırır.

Farklı konu konuşulmasına sıcak bakmayanlar haklı. Zira İslam dünyası kan ağlıyor elbet. Üstelik bugünden yarına biteceğe de benzemiyor. Bir yerdeki kan ve gözyaşı bitmeden diğer tarafta başlıyor. Sağa koysak olmuyor, sola koysak olmuyor. Bağırsak, çağırsak, günlerce konuşsak, yazıp çizsek cürmümüz kadar yer yakıyoruz. Çünkü vatandaş olarak elimiz, kolumuz bağlı, biçareyiz. Ne organizemiz var, ne planımız, ne silahımız, ne de tankımız. Çünkü bizler devlet değiliz. Yapılan katliamlara devletlerin sessiz kaldığı, gücünün yetmediği bir durumda vatandaş ne yapabilir? Eline silah alıp bir başka devletle savaşabilmesi mümkün değildir. Sadece yapabileceği, imkânı olanların yardım yapmak için elini cebine atmasıdır. Elini uzatamasa da zulüm görenlerin acısını içinde hissedebilmesidir. Kendi devletinin yapabileceği bir şey var da devlet harekete geçmiyor, ağırdan alıyorsa devlet yetkililerini harekete geçirmek için yazarak, çizerek, miting yaparak kamuoyu oluşturulabilir. Ötesi ne kaldı? Başka ne yapılabilir?  Sanırım elden başka bir şey de gelmiyor.

Zulüm görenler, öldürülenler ise ellerinden ne geliyorsa yaşam mücadelesi vermek için hayatlarını ortaya koyuyor. Kaçan kaçabiliyor, kaçamayan ya bir kör kurşuna veya bombaya muhatap oluyor, ya da rejimin hapishanelerinde ölüm-kalım mücadelesi veriyor. Dünyaya nizamat verenler akan kanın durmasını istemedikleri müddetçe de maalesef buralardaki işkence devam ediyor. Her gün kan gören, anasını-babasını defneden kişiler onca dert ve sıkıntılarına rağmen yeme-içme, barınma için uğraş veriyor. Yeri geldi mi gülüyor, ağlıyor, isyan ediyor, yiyor, içiyor, evleniyor, çocuğu oluyor, oturup kalkıyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, alışveriş yapıyor.  Çünkü ne olursa olsun hayat devam ediyor ve öyle de olmalıdır.

Durum bu iken içimizde yaşayan, bizimle oturup kalkan, bizimle yiyip içen, muhabbete katılan, yeri geldiği zaman konu hakkında görüş serdeden bazı kişiler “Biz ne işlerle uğraşıyoruz, dünya kan ağlıyor, bu konu da önemli ama şimdi sırası mı” diyerek kendilerine bir rol biçer. Sanırsın ki hiçbir şey yiyip içmiyor, hiçbir konuyu konuşmuyor, varsa yoksa yurtdışında işkence çeken Müslümanların havarisi kesilmiş. Bu tipler ne kadar samimi bilmiyorum, çünkü içlerini yarıp bakma imkanımız yok. Farz edelim ki hepsi samimi. Böyle konuşmanın, ortamı germenin kime ne faydası var? Bu arkadaşlarca önemli olmayan o kişi için çok önemli olabilir. Farklı konuyu gündemine alanlar acaba İslam dünyasını hiç mi dert edinmiyor? Tüm yük sadece bu arkadaşların sırtında mı? Gerçekten anlamak için soruyorum. Elbette her birimiz Müslümanların derdi ile dertlenmemiz lazım, onların çektiği sıkıntıları hissetmemiz lazım.

Merakımı gidermek için soruyorum, konuşulan her konunun içerisine “İslam dünyası kan ağlarken…” diye giren bu arkadaşlar herkesten farklı olarak ne yapıyorlar? Hangi inisiyatifi almışlar bugüne kadar? Bu arkadaşlar her konunun içine bu şekilde girmek yerine “Arkadaşlar ele aldığınız konu önemli ama izin verirseniz ben konuyu değiştirip konuyu şu konuya getirmek istiyorum, acizane ben bu konuda şu şu işleri yaptım, halen devam ediyorum…” deseler kaç kişi karşı çıkar bu üsluba? Kaç kişi bu konu bizim meselemiz değil der.

İslam dünyası olması şart değil, nerede bir kan akıyorsa Müslüman’ın o zulmü sona erdirmesi için gücü yetiyorsa eliyle, yoksa diliyle, buna da gücüyle kalbiyle buğzetsin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır. 06/09/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde