Ana içeriğe atla

Sen sen ol, karanlıkta namaz kılma!

-Kendimi İskoçyalı gibi hissettim bu akşam-

İskoçyalılar cimri olarak bilinir denir. Ne derece doğru bilmem. Toptancı bir yargı var burada. Böylesi anlayışı tasvip etmesem de cimriliği anlatması bakımından yıllar önce okuduğum bir fıkrayı paylaşmak istiyorum sizinle.

Bir İskoçyalı akşam bir diğer İskoçyalı'ya misafir olur. Otururlarken ev sahibi "Arkadaş, biz zaten birbirimizi tanıyoruz. Işığı boşu boşuna yakmayalım, söndürüp karanlıkta oturalım" der ve ışığı söndürür. Birlikte koyu karanlıkta koyu bir sohbete dalarlar. Arkadaşı, "Arkadaş, vakit geç oldu, ışığı yak da ben gideyim artık. Ama dur, ışığı yakmadan önce eskimesin diye pantolonumu çıkarmıştım, önce giyeyim, sonra yak ışığı" der. Misafir İskoçyalı pantolonunu giyer, ardından ev sahibi İskoçyalı ışığı yakar, misafirini uğurlar.

Fıkra burada biter. Ev sahibi misafirine herhangi bir ikramda bulundu mu bilmem. Ama gördüğünüz gibi tasarruf konusunda misafiri de, ev sahibi de çok duyarlı. Tencere-kapak gibiler. Hani ben de onları aratmadım bugün. Başıma geleni görünce ister istemez kendimi İskoçyalı gibi hissettim.

Akşam namazını kılmak için terasa çıkan odada namaza durdum. Odanın ışığını yakmamıştım, karanlıkta namaz kılmaya başladım. Terasa evden biri geçer mi diye düşünmedim, namaz kılarken secde mahalli görülür şekilde olacak ilmihal bilgisi de aklıma gelmedi. Aklıma gelen tek şey tasarruftu belki de. Namaz kılarken alt merdivenden birinin geldiğini hissettim. Gelen ses iyice yaklaştı, bulunduğum odaya girdi. Bu esnada secdeyeyim. Beni görmüyor gayri belli. Görmesi de mümkün değil. Zira alt katın sensörlü lambası sönmüş, ortam zifiri karanlık olmuştu. Gelen de göz kararı geliyor. Bana çarpmaması mümkün değil. Ben ona çelme takmış gibi olacağım. Ben varım diyemiyorum, zira namaz bozulur. Öksürsem, mekruh olur namazım. Her zaman eksik olmayan öksürük oruca niyetlenmiş belli... Allah vere de üzerime düşmese diye geçirdim içimden. Hızlı bir şekilde kıyama kalkmak için davrandım, olur ya her zaman gıcırtı yapan tahta bu akşam da yapar diye. O da tınlamadı benim bu isteğimi. Gelen çarptı bana hafifçe. Söylenmesinden hanım olduğunu anladım. Elindeki ocaktan yeni indirdiği çaydanlığı dökmemek için epey bir manevra yaptı, ben namaz kılmaya devam ederken.

Bereket çay dökülmedi. Ya bir de dökülseydi halim nice olurdu? Üstelik dökülseydi başımdan aşağı vücudumun tamamı çay içmiş olacaktı. Çayı içerdim içmesine de kaçıncı derece yanık oluşurdu bende kestiremiyorum. Görünmez kaza mı desem, bile bile kazaya davetiye çıkarmak mı desem bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var İskoçyalılar'ın tasarruf anlayışı bana çok pahalıya patlayacaktı. Ben ucuz atlattım. Siz, siz olun İskoçyalılar'a özenmeyin. Sabah, akşam ve yatsı namazlarını aydınlık bir ortamda kılın. Sonra söylemedi demeyin. 06.09.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde