Ana içeriğe atla

Gelin Bu Okul Türüne Kötülük yapmayalım!

Türkiye’de bir okul türü var ki seveni de çok, nefret edeni de. Her iki kesim de aşırı uçlarda geziyor. Nefret edenin niyeti belli. Elinde imkan olsa bu okulları bir kaşık suda boğacak, mezunlarına hayat hakkı tanımayacak. Bir de seven kesim var ki, sevginin de ötesinde aşk derecesinde.

Hangisi daha zararlı deseniz aşırı sevenler bu okul türüne daha çok zarar veriyor derim. Çünkü nefret edenin zihniyeti, bakış açısı belli olduğu için onlara karşı tedbirini alırsın. Gözleri kör edercesine sevenlerin bu okul türlerine verdiği zararı hesaba katmak mümkün değil. Çünkü yatıyorlar, kalkıyorlar sadece o okul türünü ön plana çıkarıyorlar. Kazara çocuğunu o okul türüne vermeyenler Müslümanlık adına ağızlarıyla kuş tutsalar zerre kadar değerleri yok onların gözünde.

Bir yere atamamı yapılacak bu okul türünden olacak, bir okula müdür ya da yardımcı mı atanacak, bu okul türünden olacak. Vatandaş çocuğunu okutacak mı, mutlaka bu okula verecek. Şayet yazdırmazsa samimiyetini ispatlamamış olur. Sendika temsilcisi ya da başkanı veya yönetimde mutlaka bu okul mezunu olacak. Bereket şimdilik vali-kaymakam atamalarına pek seslerini çıkarmıyorlar. Yine bu okul türünden biri vali ya da kaymakam olsa hemen ön plana çıkarılır, bir icraat yapsa örnek davranış olarak sunulur. Teröristlerin barındırdığı yeri bu okul türünden biri haber verip şehit olsa “O bir …’li idi” denir. TEOG’da yüksek puan almış çocuğunu bu okula tercih ettirmeyen velinin çekeceği var bunların hışmından. En yüksek puanlı öğrenci bu okul türünü tercih etmişse iltifat üstüne iltifat görür.

Bu okulu sevenlere göre herkes çocuğunu bu okula verecek; bir yere, bir makama biri atanmışsa bu okul mezunu olacak, her yere bu okuldan açılacak, il, ilçe, okul müdürleri kim varsa mutlaka öğrencileri bu okulları tercih etmeleri için rehberlik, gerekirse baskı yapacak, Okullarda seçmeli ders seçilirse mutlaka gönlünden geçen dersler öğrencilere seçtirilecek.

Hemen hemen herkese mahalle baskısı uygulayan samimiyetlerinden şüphe etmediğim bu arkadaşlar -merak ediyorum- bu okullara iyilik mi yapıyorlar, yoksa kötülük mü? Acizane farkına varmadan kötülük yaptıklarını düşünüyorum. Üstelik bu kötülükleri nefret edenlerin vereceği zarardan daha fazla. Yine bu arkadaşlar şunu bilmeliler ki bu okulları sevenler sadece bu okullara çocuklarını gönderenler değildir. Bu okulları sevmek sadece bu okulları ön plana çıkarmakla olmaz. Ki bu okullar bu ülkenin gerçeğidir, olmazsa olmazıdır, var olmaya da devam edecektir. Eğer bu arkadaşlar bu okulların daha da cazibe merkezi olmasını istiyorlarsa kaliteyi artırmak için ne yaptıklarını sorgulamaları gerekir. Eğer bir okul türü kalitesini ispatlarsa kovsan bile vatandaş o okullara çocuğunu kaydettirmek ister. Başarısı ön plana çıkmamışsa okulun; insanlara ödül de versen, maaş da bağlasan, burs da versen istediğin öğrenciyi çekemezsin. Demek ki önce ölümüne savunduğumuz okulların kaliteyi yakalaması gerekiyor. İşte gerçek sevgi de budur. Ayrıca bu okul türünün dışındaki okullar da bu ülkenin bir gerçeğidir. Her birinin hitap ettiği alan bellidir. Yok gözümüz onları görmeyecekse o zaman bu okulları kapatmak için önce kamuoyu oluşturun, ardından hükümete baskı yapın, kapatılsın gitsin. Diğer okullara giden çocukları ve o okullara çocuğunu gönderen velilere kızmayalım. Eğer amacınız hizmet ise, çalışmayı bu hizmete faydalı olmak için yapıyorsanız milletin girmek için yarıştığı okullar bu başarıları nasıl yakalamış, bizler taşın altına elimizi nasıl koyarız, bunun hesabını yapsalar daha hayırlı bir iş çıkarmış olurlar.

Gözü bu okul türünden başka hiçbir şeyi görmeyen bu arkadaşlara şunları da söylemek isterim. Bırakın isteyen istediği okula gitsin. Tek ata oynamayı bırakın. Her okul türünde istediğiniz öğrenci tipi nasıl yetişir, o okullarda nasıl çalışma yapabiliriz, bunu üzerine yoğunlaşın. Burada bir anekdottan bahsetmek istiyorum: Liseyi okuduğum dönemde aynı yurtta birlikte kaldığımız, bize başkanlık yapan bir ağabeyimiz vardı. Üniversite tercihi olarak Radyo-Televizyon ve Sinema adı altında bir bölümü kazandı, fakat gidemedi o okula. Zira babası, “Falan okuldan başka bir okula gidemezsin, eğer gidersen hakkımı helal etmiyorum” demiş. Garibim gidemedi o kazandığı okula. Bir yıl daha bekleyerek babasının istediği o okul türünün devamı sayılabilecek bölümü kazandı. Şu anda nerede çalışıyor, ne kadar başarılı, yaptığı işi severek mi yapıyor bilmiyorum.

Benim de içinde bulunduğum bu kesim çoğu zaman sinema, tiyatro, sanat, müzik vs alanlarında çalışanların çoğunun düşüncesini beğenmez, zira çoğunun dinle sorunu var. Günümüzde bazı üniversitelerde belirli bir kesimin düşüncesi hakim. Eğer biz zamanında buralara gitseydik, çocuklarımızı oralara gönderseydik daha iyi olmaz mıydı? Bu yöntemle belki bir müddet sonra bazılarının kalesi olan yerler bizim olabilirdi.

Ayrıca iyi insan, düzgün kişi, dini bütün bir kimse sadece bu okul türünden çıkmaz. Çocuğu düzelsin diye camiye gönderirsin, bozulur gelir. Bozulsun diye meyhaneye gönderirsin düzelir gelir. Bunu da unutmayalım. Hidayetin nereden geleceği belli olmaz. Sevdiğimiz ve sevgimizi faş ettiğimiz bu okulları çok ön planda tutarak bu okullara kötülük yapmayalım. Sevelim sevmesine…başarısı için elimizden gelen gayreti gösterelim. Ama bir baba sevgisi olsun bizde. Biliyorsunuz babalar, çocuklarını çok sever ama bu sevgiyi kolay kolay belli etmezler. Yine şunu da unutmayalım ki bu okul türünden çok değerli insanlar çıktığı gibi bugün geri plana ittiğimiz okullardan mezun olan nice samimi ve düzgün insanları görebiliyoruz.

Gelin hep beraber bu okulları kendi haline bırakalım. Su akar, yolunu mutlaka bulur. Ne aşırı nefret eden olalım, ne de aşırı seven. Var mısınız? Diğer okullara ve mezunlarına üvey evlat muamelesi yapmayalım, onları incitmeyelim. Bizim bu okullara bugün yaptığımız, dün ülkeyi yöneten diğer kesimin, bugün bizim sevdiğimiz okul türüne yaptığından farklı değil. Onlar dün sizi dışladı, bugün ise siz onları. Bunun ikisi de aşırı. Orta yolu bulmak, değişik saiklerle farklı tercihte bulunanların tercihine de saygı duyalım.  19/09/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde